"Günleri saydım, gülleri astım, kendimi yaktım ve seni aştım..."
Elimde dönüp duran sigaram. Önümde dönüp duran televizyon. Sallanıp duran ayağım ve Fısıltı'nın lafları.
"Onu bulmayı denememiz gerekmez mi? Ben, ben bir şeyler daha hatırlamak istiyorum. Bu kız belki de her şeye daha çabuk ulaşmamızı sağlar? 444 kişinin canını almak kolay mı?"
Sigaranın dumanı garip garip hareketler ederek evin tavanına sinerken dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Zaten 400 kişiyi öldürdük bile." dedim sakince. "Geri kalanı mühim değil."
Külünü tablaya döktüm. Dağılmış siyah lekelerine baktım dikkatle. Hak etmiş miydik acaba? Başımıza hep kötü bir olay geldi, diye düşünürken kötü olanlar biz olabilir miydik? Sonuçta birilerinin canını alıp duruyorduk. Belki de cezalandırılıyorduk.
"Ona bakarsan öldürdükçe geçmişimiz hakkında bir şeyler hatırlayacaktık ama 400. bile bize bir şey katmadı."
Sigarayı kültablasına bıraktıktan sonra geriye yaslandım. Haklıydı. Haklı oluşu sinirimi bozdu. Fısıltı, genel olarak sinir bozucuydu. Fillen bir bok yapamadığı için tek yaptığı aklımı karıştırmaktı. Zaten aklı başında olmayan bir adamdım. Bu yaptığı sadece ortalığın içine sıçmaktı.Gözlerimi kapattım. İnsanı insan yapan neydi? Ben insanlığımı hangi cümlenin sonunda kaybetmiştim? Nasıl bu vaziyete gelebilmeyi başarmıştı bu mevzu? Şimdilerde pes etmek çok daha cazipti.
"Ne yapmamı bekliyorsun?"
Fısıltı'nın sabrı benimkinden önce tükenmişti.
"Yanına git."
Mahvolmuş halime baktım. Darmadağınık kıyafetlerim, darmadağınık saçlarım, yorgun yüzüm...
"Önce kendimize çeki düzen vermemiz lazım."
Zaten korkutmuştuk kızı. Dünkü çekip gidiş bundan fazlası değildi. Hem bir şeyler yemeye davet etmiş hem de cinliymiş gibi ondan kaçmıştık. Haksız da sayılmazdık aslında. O bizim için bir cinden daha fazlasıydı. Belki de bir ölüm meleği.
Dolabın kapağını tutup açtığımda bir adım geri çekildim. Siyah ve griliğin arasında birkaç beyaz gömlek dikkat çekiyordu. Gece ve yıldızlar gibi. Karamsar ve saçma.
Uzanıp siyah bir gömlek aldım ve kendi üstümdekini çıkarıp yere attım. Usulca giyinirken Fısıltı'yı dinliyordum.
"Onu bulduğumuzda hemen ona dokunma. Biraz konuş. Eskiden nerede yaşıyormuş? Ailesi kimmiş? Belki de birimizi daha öncesinden tanıyordur."
Pantolonumun fermuarını çektikten sonra saçlarımı geriye doğru attım. Beni tanımıyordu sanırım. Belki de tanıdığı Fısıltı'dır. Tanısa bana bir şeyler söylerdi.
Üzerime kabanımı giydikten sonra derince bir nefes aldım. Böyle hazırlanmak rahatsız ediciydi. Geriliyorum gibi hissettiriyordu. Ben böyle insanları öldürmeye giderdim. Şimdilerde ise ölmeye gidiyor gibiyim.
Ayakkabılarımı giyip de aynanın karşısına geçtiğimde yorgun gözlerim karşıladı beni. Allah biliyor ya, hiç gitmek istemiyorum.
"Ela..."
Fısıltı ile bedenim hızla öne savrulduğunda kafam bir ağaca çarptı. Geri geri yalpaladıktan hemen sonra ayağımın altında gelen bir çıkıntı yüzünden sırt üstü yere düştüm. Düşmek ile kalmamış yan tarafımdaki trafonun dış cephesine çarpıp büyük bir gürültü çıkarmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Meleğin İntikamı
Romance"Bana öyle bakma." Mırıltısı umurumda olmadı. Bir anda uzanıp dudaklarına dudaklarımı bastırdığımda biraz geri çekildi ama elini koluma koymadan edemedi. "Bu kadarı kafi değil mi?" dedi zihnimdeki Fısıltı. Arsızca beline uzanmış, kazağını...