8. Bir Meleğin İntikamı

411 79 51
                                    

   "İnsanlar sana ne vaatlerde bulundu da bana sırtını döndün?"

   O gece, birileri biliyor ya, kendimi kaptırmıştım. Bıraksalar sabaha kadar onu dinler, onu izler ve bana ne anlatırsa küçük bir çocuk gibi inanırdım. Anlattığı her şeye de inandım da zaten. Fındık yediğinde kendini iyi hissetmediğini, sanki fındık çok yağlıymış gibi onda antipatik düşünceler uyandırdığını ama yemekten de kendini alamadığına inanmıştım.

   Bunca şey bir yana. Ben ki, sağı solu -soyu sopu-, belli olmayan adam çokça kaptırmıştı kendini. Sevmek ya da hoşlanmaktan değildi mevzu. Onca geçirilmiş sürenin sonunda bir insan bulabilmekti. Beni hatırlayan, bana insan muamelesi yapan, bir fincan çay ikram eden.

   Yiğidi öldür hakkını yeme. Çay ne kadar güzelse kurabiyeler o kadar kötüydü. Yemek yapma konusunda pek de becerikli sayılmazdı sanırım. O öyle içten teklif edip, ballandıra ballandıra anlattığı, içini damla çikolatalar ile doldurduğu kurabiyeleri cidden güzel değildi. Ancak yedim. O bir şeyler anlattıkça attım ağzıma. Sıra bana gelmesin diye doldurdum ağzımı. İlk defa anlatacak hiçbir şeyimin olmayışı canımı sıktı. İlk defa "keşke ben de geçmişimi hatırlasam" dememe sebep oldu.

   Elimdeki tıraş bıçağına dolan köpüğe üflerken Fısıltı araya girdi.

   "Bugün saçlarını üç defa şampuanladın."

  Bıçağı suya tutup temizledikten sonra aynadaki aksime baktım. Sağ tarafımdaki sakalları keserken gözüm kaşımdaki yaraya kaydı. Kötü mü gözüküyordu?

    Önemi var mı? Ha iki kere ha üç kere?

   "Özel bir şeyler olmuş gibi davranıyorsun."

    Yüzümü güzelce temizleyip sakallarımı nizami bir hale getirdikten sonra mırıldandım.

    "İnsan olacağız."

    Yüzüme defalarca su vurduktan sonra üzerime gelişi güzel bir şeyler giydim. Zaten her şeyim gömlek ve takım elbiseydi. Dönüp dolaşsam bile farklı bir şey giyemeyecektim.

   Her şeyi kontrol ettikten sonra odamın kapısını açtım ve pastaneye girdim.

   "Merhabalar." diyen kadın gülümseyerek elindeki havluyu tezgaha bıraktı. "Hoş geldiniz." dediğinde yeni pişmiş hamur işlerine baktım. Sessiz birkaç adım ile içeri girdiğimde her yerin ekmek koktuğunu fark etmiştim. Daha önce hiç buranın nasıl koktuğunu düşünmediğim geldi aklıma.

   "İki zeytinli poğaça." dedikten sonra kadına baktığımda gülümsemesini büyüttü.

   "Şuradan kartlarımızı alabilirsiniz. Daimi müşterilerimize indirim sağlıyoruz."
 
   Kafamı hafifçe salladıktan sonra uzanıp bir kart daha aldım ve cebime attım. Kadın da siparişlerimi bir kağıda oradan da bir poşete koyup uzatmıştı. Bir miktar para uzattıktan sonra dışarı çıktım.

   Aradan bir gün geçmişti. Yollar hafif hafif kar tutmaya başlamıştı. Bugün pazartesiydi. İşe gidecekti. Buradan geçiyordu her sabah.

    Ellerimde poğaçalar, sessiz sessiz, yağan karın altında beklerken onu gördüm. Telaşlı yürüyüşünün yanında bir de ellerine eldiven takmaya çalışması yok mu?

   Kafamı yana yatırıp dikkatle onu izlerken birkaç adım atmıştım ki, geçenlerde yumruk attığım için sökülen, diğerin karşısına geldim. Ne ara yenisini takmışlardı, hiçbir fikrim yok. Direğin etrafından dönüp yine onun karşısına geçmiştim. Eldiveninin tekini takmış, diğerini takmak için çabalarken çantası yere düşmüştü. Öne doğru bir adım attım ve yardım etmek istedim. Ancak şu sıralar buralarda gezip duran, ne olduğu belirsiz, polis koşarak yanına gitmişti. Yere düşürdüğü çantasını kaldırıp sirkelerken gülümseyerek gözlerine bakmıştı. Gözlerimi kıstım.

Bir Meleğin İntikamıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin