Toprak'ın ağzından
Arabanın gazına biraz daha bastığımda hemen yanımdaki polis arabalarından uyarı niteliğinde sinyal almıştım. Umrumda değildi, o herifi elimden kaçıramazdım.
Konumdaki mekana bir kilometre kaldığında bir yandan gözüm dışardaydı. Her yer yıkık dökük depolarla doluydu ama hepsi eğlence mekanıydı. Yanımdaki polis arabalarını görenler apar topar yerinden kalkıp içeriye doğru koşuştururken ayık olmayanların umrunda bile değildi. Sanki şehirden kopmuş bir parçaydı burası. Şehirin dışına yakındı ama şehirle alakası bile yoktu.
"Hedefinize ulaşıldı."
Ekrandaki kırmızı noktaya doğru kafamı camdan çıkarıp baktığımda varmıştık.
Varmıştık ve birazdan her şey bitecekti. "Arabada kal Ömer." Kemerimi çıkarıp inecekken arka kapının açılmasıyla duraksadım. Buraya onu hiç getirmemeliydim.Nefes vererek arabadan indiğimde kapıyı kapatıp hemen yanımda duran Ömer'e döndüm. Elimi omzuna koyup hafif sıktığımda çok kararlı bakıyordu bana. "Gelme." Bu bir istek değildi, bu bir emirdi.
"Ab-"
"Gelme dedim Ömer!" Sesim ister istemez yüksek çıktığında gözlerini yere indirdi. Yüzüme bakmıyordu şimdi. "Peki abi." Hakim olamamıştım kendime.
Bir şey demeden elimi omzumdan çekerken yavaşça arkamı döndüm. Onların abisi olsam da sinirli halimle beni görmelerini istemiyordum.
"Toprak bey ekipten arkadaşlar hazır durumda. İçeri giriyoruz şimdi." Yanıma gelen polise kafamı salladığımda elim belimdeki silahımı kontrol etti. Ruhsatlıydı, kullanacağımdan yanımda değildi ama her ihtimali düşünmeliydim. Kardeşlerim için attığım her adımı üstünkörü geçemezdim.
Öndeki polis memurları hızlı hızlı yıkık depo kapısına ilerlediğinde tek umudum kaçmamış olmasıydı. Onu elimden hiç kaçırmamıştım ve şimdi de kaçırmayacaktım. Bunu Beren için yapacaktım. Bunu kızım için yapacaktım.
İlk darbeyle yere serilen kapıya ekip içeriye doluşurken bende daldım. Bunu yapmam yasaktı, özellikle uyarı almıştım ama söz konusu Beren'di. Beni kimse durduramazdı.
İşin ucunda kızım varsa kimse beni durduramaz.
Kundura ayakkabılarımın çürük tahtalar üzerinde çıkardığı tok sesle yürümeye devam ederken gördüm onu. Oturduğu leş kanepeden doğrudan bana bakıyordu. Gözleri, korku yerine tükenmişliği yansıtırken gülümsedi. Kızıma da mı böyle gülmüştü? Ne kadar midesini bulandırmıştı?
"Şerefsiz..."
Ona doğru iyice yaklaştığımda boğazına yapışmak için hareketlendiğim sırada biri tuttu beni. Sonra bir kişi daha, ve bir kişi.
"Ona da böyle güldün mü lan! Adi şerefsiz seni! Kızımın soldurduğun her gülüşünü senden çalacağım!"
Deli gibi bağırıyor, beni tutanlardan kurtulmaya çalışıyordum. Ağıza alınmayacak kelimeler ağzımdan teker teker çıkarken ne dediğimin farkında bile değildim. O benim kızımın gülüşünü soldurmuştu, Cahit benim değerlimi parçalamıştı.
"Bırak!" Sağ kolum kurtulduğu sırada kendimi açtığım boşluğa doğru çekerek diğer kolumu da kurtardım ve hiç düşünmeden atladım Cahit'in üstüne. Ellerim boynunun iki yanına dolanıp şah damarına baskı yaparken gözlerinin akı çıktı gün yüzüne. "Kırayım mı parmaklarını?!" Arkamdan biri bana sarıldığında daha da abandım üstüne.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEREN
JugendliteraturAnne ve babalarının hataları içinde doğup büyümüş dördüzler, ayrılmak zorunda kaldığında geri dönüşü olunmayan yollara girmişlerdi. İki yıl sonra tekrardan ölen anne ve babalarının cenazesinde karşılaştıklarında artık ortadaki tek gerçek, Kimse eski...