17.02.2005
Yalnız bir sokak lambasının aydınlattığı tenha sokakta üşüyen çıplak ayaklarına rağmen eve ulaşmaya çalışıyordu Bulut. Şubat'ın en soğuk günleriydi ama Bulut kolları kısa gelen, eski, yırtık ve kirli bir kazakla ve yine paçaları kısa, kirli bir pantolonla idare etmek zorundaydı.
Her kış aynı kıyafetleri giyer, çok kötü kokar, insanların iğrenç bakışlarına maruz kalırdı ama o yüzündeki kocaman gülümsemeyi hiç silmezdi.
Bulut hiç yakınmazdı olmayan kıyafetlerinden, sahip olamadıklarından.
Bulut'un varı yoğu annesiydi, tek varlığı olmayan her şeyine bedeldi.
Varsın herkes tiksinsin ondan, annesinin gülüşü her şeye bedeldi.
Elindeki bozuk paralarla mutlu mutlu eski püskü evlerine doğru ilerlerken tek dileği evde yalnızca annesinin olmasıydı.
Babası gelirse yanında başka bir adam daha getirirdi, annesinin ve Bulut'un canını yakarlardı.
Bazen kemer olurdu, bazen yumruk, bazen tekme, bazen dolap, bazen sopa, bazense hortum. Canı çok yanardı ama sessizleşmeyi bilirlerdi annesiyle.
Aydan Hanım Bulut'a hep derdi ki, "Canının yandığını gördükçe canını yakmaya daha çok çalışırlar oğlum, onlara istediğini verme."
Bu yüzden ne annesi, ne de Bulut bu işkencelere ses çıkarırdı. Her seferinde daha çok canları yanardı ama ne bir çığlık atar, ne de bir göz yaşı dökerlerdi.
Dokuz yaşındaydı yalnız ama bu işkenceleri yapanlardan çok daha olgundu o.
Bazen canı çok acırdı, bağırmak isterdi ama annesine bakardı sonra, gülümserdi.
Adımları evin kapısının önünde durduğunda derin bir nefes aldı. Yine yüzüne o gülümsemesini takındı ve kapıyı çaldı. Bekledi, bekledi ve kapı yavaşça aralandı. Tam ağzını açıp annesine bugün topladığı parayı söyleyecekti ki kapının ardından o büyük el yakasına yapıştı.
Canını çok yakardı bu el. Gördükçe yanağına attığı tokadı hatırlar, bir kez daha sızlardı. Büyük, yüzüklü bu el Bulut'un en büyük korkusuydu. Yere fırlatıldığında sobaya dokunmaktan son anda kurtardı kendini. Avucundan yere saçılan paralarla ağzının içinde bir lanet savurdu. Büyük elin sahibinin pahalı kunduraları burnunun dibinde durduğunda başını kaldırdı yavaşça. Siyah, yer yer aklar düşmüş saçları, o gür ve korkutucu bıyığı, pahalı takımıyla Vural Doğan'dan başkası değildi bu. Bu ailenin en büyük laneti.
"Sümüklü velede bak, biriktirip götüne don mu alacaksın?" Tütün kokusu burnuna ulaştığında yüzünü buruşturdu. Kahkahalar atan adam yerdeki paraları toplayıp cebine attığında Bulut ilk defa sinirlendi.
"Benim onlar!" Diye bağırdı cılız, güçsüz sesiyle. Vural Doğan'ın kaşları havalandığında kahkahası silinmişti. Bulut'un gözleri köşede ağlayan annesine çevrildiğinde yardım etmek için hiçbir şey yapmadığını gördü. Daha doğrusu, yapamadığını. Öyle görünüyordu ki annesine büyük bir zarar vermişti bu defa. Yoksa o gelirdi, öleceğini bilse de Bulut'un önüne atlar, yiyeceği dayağın yarısını da kendisine yüklerdi.
Vural Doğan tekrar yakasından tuttuğunda fazla sinirlenmişti. Öldüresiye dayak yiyeceğini biliyordu Bulut. Ve her zamanki gibi yalnız dayakla kalmayacağını. Annesine yapıldığı gibi yapılacağını biliyordu. Bacak arasına elinin gideceğini biliyordu. Kalçalarına dokunacağını biliyordu. Boynunu mosmor edeceğini biliyordu. Bulut direndiği zaman kemeriyle vuracağını biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Cinayetleri
Teen Fiction"Ya kimsin sen? Amacın ne senin, derdin ne? Ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum." Hıçkırıkların arasından zorlukla konuşurken başımı kaldırıp yüzüne baktım. Bakışları garipti. Az önce birini öldürmemiş gibi, masum bir adammış gibi. Üzülmüş gibi. "B...