- 2000 ilkbaharı -
2000 yılı cumartesi günü başlamıştı ve pazar günü sona erecekti. Ancak insanlar henüz mayıs ayındaydı ve hafiften kendini gösteren sıcaklara adapte olmakla meşgullerdi. Şehir o zamanlar kasabadan halliceydi. Aileler birbirini tanır, tatiller ortak kutlamalara dönüşür, kötülük kendini ustaca törpülerdi. Suç oranı o yıl kasabanın en dip seviyesindeydi. Gözler birbirine aşinalık kazandığında insanlar aklındaki kötülükleri icra etmeye cesaret edemezdi.
Koru Evleri şehrin çıkışında, küçük bir ormanın içinde müstakil evler olarak yapılanmıştı. Evler arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı. İnsanlar; şehrin çıkışına doğru genişçe yayılan, kök salan ve karanlık bir sıklığa ulaşan ağaçların arasında birbirlerine sarılmak istemişlerdi. Makul bir tercihti ve ormanın aksi yönünde uzanan otoban sanki koruyucu bir sınır görevi görürdü. Çünkü otobanın diğer tarafında büyüklüğüyle nam salan Demra Gölü vardı; buradaki evler arası mesafe bir hayli fazlaydı ve orada tekinsiz şeylerin döndüğüne, geceleri göl çevresinde karanlık ve uğursuz varlıkların kol gezdiğine dair nahoş dedikodular dolanırdı.
Koru insanları otobanın o tarafından uzak durmayı adet edinmişlerdi. İşleri düştükçe ya da kutlamalara katılmak istediklerinde merkeze iner, diğer günlerde evlerine kapanır ve diplerindeki komşularıyla mutlu mesut yaşardı.
Mayıs ayının o sıcak gününde de gökyüzünü alışıldık çocuk sesleri sarmıştı. Kumsal en küçükleriydi, altı yaşında olduğu için ona bazen bebek diye seslenirlerdi. Hazal birkaç gün önce ona emzik bile hediye etmişti. Altıyla kıyaslandığında sekiz yaş yetişkinliğe eşdeğerdi.
"Benden sadece iki yaş büyüksünüz." Kumsal sızlanarak omuzlarını düşürdü. Sık dalgalı, sarı saçı gevşek bir atkuyruğuyla toplanmıştı. Siyah gözleri kocaman bebeklerle kaplıydı. Yüzü yusyuvarlaktı, bebeksi hatları tüm tatlılığını koruyordu. Ancak üstü başı perişandı. Annesinin ona giydirdiği pamuklu elbise toprak lekeleriyle dolmuştu. "Beni eve gönderemezsiniz." R'leri de söyleyemiyordu.
Dilara gözlüğünün üzerinden onu süzdü. O da saçını toplamıştı ancak güneşte açık bir turuncu renge bürünen kabarık saçı tel tel ayrılmış görünüyordu. Terden dalgası bozulmuştu ve hararet içindeki yüzü çillerini o kadar belirginleştirmişti ki biri Dilara'nın yüzüne baksa çil barikatını aşıp da başka bir şey göremezdi. Uyumsuz giysilerini çekiştirerek ofladı. "Mızmızsın. Annelerimiz rica etmeseydi seni yanımızda getirmezdik. Şu haline bak, o bayırdan ancak senin gibi bir beceriksiz yuvarlanırdı zaten."
Hazal uyarı bakışını attı. Yaşına göre boyu uzundu. Koyu kestane saçı beline kadar uzamıştı ve düz teller saç fırçasıyla bir güzel parlatılmıştı. Gözleri koyu mavi renkti ve bakışları her zaman anlam yüklü olurdu. Güzel bir çocuktu, ileride de muhakkak güzel bir kadın olacaktı. "Onu üzme. Anneler hep en küçüklerin dediklerini dikkate alır." Belli belirsiz omuz silkti. "Hem döndüğümüz iyi oldu, çok acıktım."
"Hepimiz evde mi olacağız yani?" Kumsal parlak gözlerini Hazal'a dikti. Sabırsızca ayakları üzerinde yükselip alçalıyordu.
"Herkes kendi evinde olacak Ufaklık." Hazal, Kumsal'ın çenesine minik bir fiske attı; annesinden öğrendiği bir hareketti bu. Büyük olmak istediğinde büyükleri taklit ediyordu. Hem artık gün bitmeliydi, acıkmıştı evet, onun yaşındaki biri için bu çok doğaldı ama en önemli neden korkmuş olmasıydı. Tavırlar taklit edilebilirdi ama duyguların yönetilemediğini öğrenmişti. Yetişkinler korkusuz olabilirdi ama Hazal nihayetinde küçük bir kız çocuğuydu ve ıssız orman onu korkutabilecek sayısız detayla doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuza Kadar
Teen Fiction'Korkunç bir şey yapmıştık, büyük bir hata. Geçmiş bizi birbirimize bağladı, kötücül bir masal gibi. Böylece biz sonsuza kadar yaşadık ama asla mutlu olamadık.'