Kumsal - Günümüz -
Kafenin mavi beyaz renkleri arasında Hazal o kadar keskin duruyor ki sanki biri sonradan onu montajla masalardan birine yerleştirmiş. Siyah saçı sırtından aşağı süzülmüş, koyu mavi gözleri kırmızı -muhtemelen gece yine uyumamış- ve göz altı torbalarını hiç düşünmeden alışveriş için yanıma alabilirim. Hazal her zaman uyku problemi çeken biri olmuştu ama onu ilk kez bu kadar yorgun görüyordum. Ahşap gövdeli, minderleri beyaz sandalyenin ucuna oturmuş, mini el çantasını sıkıca dizlerinin üzerinde tutuyordu. Hatta çantayı bir kağıt mendil gibi buruşturmuştu, çantanın acıyla çarpılan yüzünü kolaylıkla hayal edebiliyorum. Tek bir yüzüğün -evliliğini simgeliyordu- olduğu parmakları gerginlikten kasılmıştı ama yüzü gülüyordu. Daha doğrusu gülümsüyordu, Hazal asla dişlerini sergileyerek gülmezdi. Çok küçükken belki... ama ormandaki o olaydan sonra ağız dolusu gülmeyi kendine yasak etmişti.
Onu burada gördüğüm için şaşkındım, evet yakın arkadaş olduğumuz için çok sık görüşürdük ama Hazal'ın keskin çizgileri vardı. O kural insanıydı ve en yakınlarının çalıştığı yere asla adım atmamak da onun kurallarından biriydi. Profesyonelin kelime karşılığı olan işyerinde laçka işler ya da samimiyetin getirdiği gevşekliği asla hoş görmezdi. Buna sebep olma düşüncesi ise onu hasta ederdi. Bence kusursuz olmaya çalışmak bir insan için en büyük kusur. Hazal'ı gözlemlediğim anlarda bunu çok daha net anlıyorum.
Yani... sizin anlayacağınız Hazal benim çalıştığım bu kafeye daha önce asla adım atmadı. Şimdi onu burada görmek beni korkutmadı dersem yalan söylemiş olurum. Montumu çıkartıp Arzu Abla'ya göz atıyorum. Benim manevi annem, gerçek ailem tarafından ret yiyince beni koruyup kollama görevini üstlendi. Eşi Çağdaş Amca onun kadar sıcakkanlı değil, benim sorumsuz tavırlarımı kendi ebeveynlerim gibi çoğu zaman onaylamıyor ama bana sırt da çevirmiyor. Bu yüzden evet, sanırım onu da sevebilirim. "Arzu Abla..." diyorum Hazal'ı gözlerimle işaret ederek. "Ben beş dakika..."
"Keyfine bak. Müşteri yoğunluğu az zaten ben idare ederim." diyor. O da ortada bir sorun olduğunun farkında.
Başımı teşekkür anlamında hafifçe sallayıp Hazal'ın yanına gidiyorum. Ayaklanıp bana sıkıca sarılıyor. Hafif şekerli parfümünün kaliteli kokusu burnumu dolduruyor. "Can'la kavga ettik." diyor ve ağlamaya başlıyor.
Donakalıyorum. Bu gerçeklik beni Hazal'ı kafede görmekten çok daha fazla şaşırtıyor. Hazal kusursuzluk timsalidir -ona göre- ve hayatındaki pürüzleri biz dahil kimseye anlatmaz. Orman, diye düşünüyorum. Buna o sebep oluyor. Kollarımı Hazal'a dolayıp sessizce onu teskin etmeye başlıyorum. Yüzüm donuk ve ciddi, kaslarım gergin. Boşluğa odaklı gözlerimi kırpmadan Hazal'ın sırtını sıvazlıyorum. "Yıl dönümü gerginliği, hepsi bu. Geçecek. Şu hafta sonunu bir atlatalım hepsi geçecek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuza Kadar
Teen Fiction'Korkunç bir şey yapmıştık, büyük bir hata. Geçmiş bizi birbirimize bağladı, kötücül bir masal gibi. Böylece biz sonsuza kadar yaşadık ama asla mutlu olamadık.'