| 01.54
Ayağımı stresle yere vururken kulağıma çarpan telsiz sesleriyle ürperdim. Kazağımın kollarını daha çok çekerek ellerimi örtüp bacaklarımın üstüne koydum ve etrafa bakındım. Yaklaşık yarım saattir burada öylece oturuyordum ama Oktay hâlâ gelmemişti.
"İfadene eklemek istediğin başka bir şey var mı?" diye soran polis memuruyla sağıma döndüm. Masanın diğer tarafındaydı. Yanına gelip giden kişiler, mevcut koşuşturmalarına son vermiş gibi gözüküyordu. Bir elindeki kâğıda bir ona bakarken kafamı olumsuz anlamda sallayarak "Eklemek istediğim bir şey yok." dedim. Anlatabileceğim ne varsa anlatmıştım. Fakat, onun 'emin misin?' bakışları üzerine bir saat öncesini düşündüm. Hatıralarıma o sapığın üstüme çullandığı an düşünce gözlerim doldu. Anın verdiği stresle kafamı daha şiddetli sağa sola sallayarak "Eminim." dedim.
"O zaman ifadeni imzala." kâğıdı bana uzattığında elimi kazağımın kumaşından sıyırıp onu tuttum ve kendime çektim. Kâğıtta yazanları en başından itibaren okumaya başladığımda kısa süre içinde "Buna gerek var mı?" diye sordu. "Senin söylemediğin ne yazmış olabiliriz?"
"Kâğıdın altına 'okudum, anladım' yazacaksam bu gerekli." diye mırıldandım.
"Sen bilirsin," dedi, sandalyesini geri itip oturduğu yerden kalkarken, "İşin bittiğinde haber et. Görünen o ki seni almaya kimse gelmeyecek, bir ekip otosu ayarlarız."
Olumlu mırıltılar çıkararak gözlerimi yazılarda gezdirmeye devam ettim. Her şeyi anlattığım gibi yazmışa benziyorlardı. Saat on iki civarı, karnım ağrıdığı için işten izin alıp eve döndüğümden tut, acıktığım için bakkala indiğime kadar. Acıktığım için kısmında kaşlarım çatıldı tabii. "Regl olmuştum, canım browni çekiyordu." diye homurdandım. Bunu, bu şekilde yazmaktansa kibarlaştırmalarına karşın onaylamazca başımı salladım. Yazının devamında bakkaldan çıktığımda takip edildiğimi hissettiğim anlar vardı. Ardından telefonumu evde bıraktığım için herhangi bir yardım çağıramadığım ve bir süre koştuğum, onunda koştuğu, beni yakaladığında gördüğüm hasar, yüzümü tuttuğunda tenimde çıkan parmak izlerinin bahsi vs.
Fazlasını okumayı midem kaldırmadığı için üstünkörü bakıp kâğıdı masaya koydum ve kalemlikten aldığım bir tükenmez kalemle, ifademin altına imza attım. Akabinde 'okudum, anladım' yazıp kalemi kâğıdın üstüne bıraktım ve emniyetin içine bakındım. Gece olduğu için öyle aman aman bir kalabalık yoktu. Sadece 5-6 kişi vardı ama tabii ki şu an görevde olanlar varsa onlardan haberim yoktu. O yüzden net konuşmam imkansızdı.
Oturduğum yerden polis memurunu aramaya devam ettiğim sırada başka bir polis memuru -ki bu kadındı- yanıma yaklaşarak "Bir şey mi istiyorsunuz?" diye sordu. Daha ben tek kelime etmeden "Telefonsa," deyip cebinden telefonunu çıkardığı esnada ortamı inim inim inleten "Devrim!" çığlıyla irkildim.
Koşuştura koşuştura kata giren ve etrafına kabaca bakındıktan sonra bir polis memurunun yanına gidip "Devrim nerede?" diye soran Oktay'ı izledim. "Arkadaşım nerede?" diye sorarken sesinde duyumsadığım endişeyle gözlerim doldu. "Oktay..." diye fısıldadığımda gözleri beni buldu. Endişeli ifadesinin yerini huzur almadı, aksine beni görünce zamanla kaşları çatıldı, suratı ekşidi. "Sana ne oldu?" deyip bana doğru ilerlediğinde ayağa kalkmak için hamlede bulundum ama o buna müsaade etmedi.
Bulunduğum yere vardığı gibi yere çöküp yüzüme uzandı. Tenime dokunmakla dokunmamak arasında kaldığı sırada hâlimin gerçekten içler acısı olduğunu düşündüm. İçine düştüğüm buhranla gözyaşlarımı tutamazken "Şşşşt," dedi, yanaklarıma süzülen göz yaşlarımı nahifçe silerek, "Geçti."