"Bunlar çok tatlı." boyut boyut olan saklama kaplarından en küçüğünü alıp kapağını açarken içim kıpır kıpırdı. Bunu alıp yiyemediğim abur cuburları içine koyabilir, ders çalıştığım esnada ortaya çıkarabilirdim. Gerçi artık nasıl ders çalışacağım da meçhuldü. Devrim geceleri odama gelmek isteyebilirdi ve bu da hukuk kitaplarımın yatağımın altında çürüyeceği anlamına geliyordu. Üzüntüyle dudağımın içini dişlediğim sırada saklama kabına düşen gölgeyle eş zamanlı olarak yanımdaki bedenin sahibine döndüm.
Devrim'di ve bana en içten gülümsemesini sunuyordu. "Beğendin mi?" dediğinde az önce aldığımız 24 parça 6 kişilik yemek takımını hatırlayarak başımı salladım. Aslında buraya sadece tencere takımı almaya gelmiştik ama Devrim'in vakit geçirme anlayışı çok nahif olduğu için neyi incelediysek almak istemişti. Bunun başında dört masa örtüsü, on iki kupa ve çöp kovası geliyordu.
Tabii bütün bunları eve göndermeleri için işletme sahibiyle anlaşmıştı. Ödemeyi erkenden yapsa da taşıyan onlar olacağından ne zaman geleceğini bilmiyorduk. En fazla üç günlerini alırdı herhalde.
Ben bunları düşlerken Devrim elimdeki saklama kabının diğer eşlerini tutup aldı. Üst üste duran saklama kaplarını seyre daldığım vakitlerde "Neden onları kucağına aldın?" diye sordum.
"İhtiyaç." dedi, çenesini saklama kaplarına yaslayıp bana bakarken, "Ne zamandır evde bunların eksikliğini hissediyordum." elimdekini işaret etti, "Hadi gel." kasaya yol aldığında arkasından öylece bakakaldım.
Tamam, kabul edelim.
O baktığım her şeyi alıyordu.
Bunun için gurur yapmaktansa omuz silkerek peşinden gittim. Sonuçta kendi eviydi, günün sonunda hepsi ona kalacaktı. O kucağındakileri kasiyere verdiğinde kasiyer tutup tek tek geçti. En son ben de elimdeki porselen saklama kabını kasiyere verdiğimde fiyat söylendi. Devrim bunların da ödemesini yapınca kasiyere diğerleriyle birlikte gönderilmesini söyledi. İşi bittiğinde ise "Bildiğim harika bir kahveci var." diyerek bana döndü.
Birlikte kahve içecek olma fikri heyecanlanmama neden olurken başımı hızlıca sallayıp "Gidelim." dedim. Bu halimle neşeli ifadesi dağıldı. Birdenbire ne oldu anlayamadım, afalladım. Kasiyer saklama kaplarını paketlerken Devrim önce elini yanağıma yerleştirdi sonra dudaklarını boşta kalan yanağıma sıkıca bastırdı. Geri çekildiği sırada "Çok tatlısın ve nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." dedi.
Daha ben ne olduğunu anlayamadan yanımdan çekip gittiğinde bir süre kendime gelemedim. Akabinde beni öptüğü yanağımı tutarak mağazanın çıkışına ilerledim. Devrim'in peşinden giderken hızlanıp ona yetiştim. "Şey gibi hissediyorsun değil mi? On tane enerji içeceğini içmiş-" lafımı tamamlayamadan durup bana bakıp "Nereden biliyorsun?" diye sordu.
"Ben de çoğu zaman seninle konuşurken böyle hissediyorum." önüne geçip ellerini uzanıp tuttum. Kafamı kaldırıp onu izlemeye koyulduğum sırada dayanamayıp "O hissin tek bir sözcükte karşılığı yok." dedim. "Enerjimi atmak için yirmi kilometreyi hiç durmadan yürüyebilir, saatlerce aralıksız zıplayabilir ve delilene kadar yastıklarımı ısırabilirim."
Aramızdaki mesafeyi kapatıp parmaklarımızı birbirine geçirdiğinde gülümsedim. "Beni anlıyorsun." dedi, şaşkın bir ifadeyle, "Seninle yaşadığım tek bir andan sonra bile odama çekilip yirmi saat hayal kurmak istiyorum."
Muhtemelen birlikte yaşamasaydık bunların hepsi yaşanırdık çünkü bazı anlar bazı duygular insanın boğazında düğüm düğüm oluyor ve sözle tesiri olmuyordu. İnsanlar olarak anlatsak nasıl olsa karşımızdaki anlamaz diye susuyorduk.