otuz beş (devrim'den)

2.5K 182 42
                                    

Havuzun orada üç tane, her bir ağacın altında birer tane, bahçe kapısında dört tane ve balkonun altında iki tane koruma vardı. Saydım tam on altı tanelerdi. Çoğu asker edasıyla dimdik dursa da uzun zamandır bizimle çalışanların birkaçı birbirine laf atıp sataşma derdindeydi. Zaman geçirmek için yapılacak iyi bir aktivite gibi gözüküyordu.

Ihlamur çayımı koklarken "Gören de her gün eve baskın oluyor sanacak," dedim. Sözde rahat etmek için babamın evine gelmiştim ama ha dedemin evine gelmişim ha babamın fark etmezmiş. Hatta muhtemelen dedemin evinde daha kısa sürede toparlardım çünkü orada büyüdüğüm için çalışanların hepsi tanıdığım insanlardı.

En azından rahat olduğum bir yerde kafa dinlerdim. Gerçi dedemin daha üçüncü gün hevesle beni yanına çağırıp dizdiği şişelere ateş etmemi isteyeceğine emindim. Küçükken sorgulamadan o mutlu olsun diye ateş ederdim ama büyüyünce işlerin rengi değişmişti. Artık hedefte şişe yoktu ve o gün kesinlikle her iki taraf içinde hayal kırıklığıydı.

Ben kimsenin kanı elime bulaşmasın istemiştim.

Dedem ise arkadaşlarının yanında belli etmemeye çalışsa da çok bozulmuştu ve sonraki üç gün odasından çıkmamıştı. Onun için ben hayal kırıklığıydım. Benim içinde o.

Her şeye rağmen vazgeçmemişti. Hala ne zaman yanına gitsem bana atış talimi yaptırmaya çalışırdı ama uzun zaman önce akıllandığım için yeltenmezdim bile.

"Ne yapıyorsun orada?" duyduğum sesle ıhlamurumu koklamaya son verdim. Son kez cam duvardan dışarı baktım ve arkamı dönerken "Hiç." diye cevapladım. Akın, sorgulamadan üçlü koltuğa geçip oturduğunda sıranın bana geldiğini anladım. Zaten beni ziyaret etmek amaçlı buraya gelmişti ama daha beni görmeden babamla denk gelince uzun süre odasında misafir olmak durumunda kalmıştı.

"Babam, beni mi sordu?"

Başını salladı belli belirsiz, "Devrim'in canını sıkan ne, dedi."

"Sen ne dedin?"

"Bilmiyorum, dedim."

"İyi yapmışsın." geçip karşısındaki üçlü koltuğa oturdum. Akın ağır ağır yüzümü incelerken 'ne var?' der gibi kafamı salladım. İleri doğru uzandı, kollarını dizlerine yasladığı sırada "Canını sıkanın ne olduğunu gerçekten bilmiyorum." dedi.

Öğrenmek istiyordu. 

Eğer gerçekten bir arkadaş veya bir kuzen gibi gelip sorsaydı belki anlatabilirdim. Ancak onun niyeti başka olduğu için "Önemli bir şey yok." demekle yetindim. Benden öğrendiklerini dedeme anlatması demek sebepsiz yere birilerinin canının yanması demekti.

Hem daha kimin doğruları söyleyip söylemediği bile net değildi. Dedeme "Devrim'in kız arkadaşını rahatsız eden biri varmış," dese ertesi gün Ayaz'ın kayıp haberini duyardım. Kabadayı falan değillerdi, direkt mafyalardı. Katı kuralları olan bir mafya. 'Bir adam namusunu koruyamazsa bir süreden sonra adamı da halvet etmeye gelen illa olur.' derlerdi ve bu kesinlikle toplumsal normlara çok uzak bir bakış açısıydı.

Konuşarak anlaşmak diye bir gerçek vardı. Taraflardan herhangi biri cazgırlık yaparsa karakola şikayet edilirdi. Öldürmek o kadar uç bir meseleydi ki ailemin bazen ilk çağlarda kaldığını düşünüyordum.

"Önemli bir şey olmasa evden ayrılmazsın." öğrenmek için zorlayacağını anlayınca önce ıhlamur çayımdan bir yudum aldım sonra arkama yaslanırken "Neden bunu yapıyorsun?" diye sordum. "Gerçekten hayata geliş amacın benim güvenliğimi sağlamak mı? Sen de bir Tuğcu'sun. Benimle ilgilenene kadar dedeme bu gerçeği hatırlat. Amcam seni üstüne alsın Akın."

KİMLİKSİZ ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin