"Başka ne var?" diye sorduğunda elimdeki biber gazını masaya koyup çantama uzandım ve içerisinden jopu alıp Oktay'a elini açmasını işaret ettim. Açtığında deneme amaçlı jopun düğmesine basarak eline baskı uyguladım. Saliseler içinde çarpıldığına dair gerekli belirtileri gösterirken, elini hızla çekip inlemesinden bahsediyorum, memnuniyetle aldıklarıma baktım.
"Acıdı." elini sallamaya başladığında jopu masayı koydum ve uzanıp bileğinden tuttum. Ne yaptığımı anlamadığı için sorgulayıcı bir ifadeyle beni izliyordu. Avucunun içini incelerken "Valla verdiğim her parayı zerresine kadar hak ediyor." diye mırıldandım. İyileştirmeye çalışmaktansa, ürünü övmem, onu asabileştirmişti. "Bırak ya," deyip elini kurtardıktan sonra yanımdaki yerinden kalktı ve tatlılarımızı yediğimiz sırada oturduğu yere, tam karşıma, geçip oturdu. "Zaten benim canımın ne önemi var ki?" diye nazlana nazlana etrafa bakındığında kalan tatlımı ona uzatarak "Özür dilerim." dedim. "Sadece nasıl çalıştığını denemek istemiştim."
"Ben de biber gazını denemek istemiştim ama izin vermemiştin." diye sitemde bulunduğunda, içerisinde oturduğumuz pastanede göz gezdirdim. "Burada sıkarsak herkes mahvolur." dedim, her yerin kapalı olduğunun altını çizerken, "Olan sadece bize olmaz."
"O zaman başka bir yerde deneyeceğiz, söz mü?" diye sorduğunda olumlu mırıltılar çıkararak "Tabii ki de deneyeceğiz." diye karşılık verdim. Yaklaşık bir saat önce buluşmuştuk. Önce kalabalık bir caddede biraz yürüyerek temiz hava almış sonra ise yağmur yağmaya başlayınca gördüğümüz ilk pastaneye girip tatlılarımızı söylemiştik. Uzun süre derslerden, Tuğcular'dan ve o sapıktan uzak bir sohbet sürdürsek de sonunda birine girmek zorunda kalmıştık.
"Umarım gözlerindeki parıltı hiç sönmez." diyen arkadaşımla afalladım. Tatlımı, tatlısını, önüne çekip önceki tabağından kalan çatalı aldı ve "Heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatırken hep gözlerinin içi parlıyor." diyerek tatlısından yedi. "Yaşama enerjini seviyorum, mutlusun ve bu bana da enerji veriyor."
Beni böyle biri olarak görmesi hoşuma gitse de alçakgönüllü olduğumu belli etmek adına çayımdan bir yudum alırken "Haklısın, harika biriyim." dedim.
Gülerek tatlısını yemeye devam etti. "Bazen kuralcı oluyorsun." dediğinde reddetmedim. "Buna rağmen senden vazgeçemiyorum. Çünkü ne kadar engellemeye çalışsan, yanlış olduğunu söylesen de yanımdan gitmiyorsun. Olaylar yatıştığındaysa yaşananları büyük bir neşeyle bana anlatıyorsun. 'Öyle olacağını asla tahmin etmezdim, Oktay' diyorsun. 'Muhteşemdik.' de diyorsun. Her anlamda kalbin güzel."
Hakkımdaki güzel düşüncelerini dinlemek bir hâyli güzeldi. Fakat, bu derece iyi olması ve bunları konuşuyor olmak, bir an için öleceğimi hissettirdiğinden gözlerim doldu. Hızla başımı sağa sola sallayarak kendime gelmeye çalıştım. "Bunları konuşmayalım." diyerek çayımdan bir yudum daha aldığım sırada "Bu berbat bir durum." dedi ve çatalını gürültüyle masaya koydu. "Ankara için o kadar değerli bir ismi var ki anlatamam ama ne kendi kullanıyor ne bizim kullanmamıza izin veriyor. Yardım istediğimizde de etmiyor. Onun yüzünden," yanımızda bulunan koca cam duvardan dışarıya baktığı esnada titreyen çenesini seyre daldım. "Seni kaybedebilirim."
"Yardım etmek zorunda değil." derken uzanıp elini tuttum. "Belli ki onunda kendi inandığı değerleri var. Buna saygı duymalıyız."
"Onun değerlerini si-" uyarı amaçlı parmaklarını sıktığımda susup bana baktı. Yüzümü uzun uzadıya incelemeye başladığında gözlerinin dolduğuna tanık oldum. "Yarın seni görememekten korkuyorum." dedi, gözyaşlarını tutamazken, "Yarın rehberime boş boş bakmaktan korkuyorum. Hep 'keşke' demekten ve bunun hiç işe yaramayacağını bilmekten," nefesi yetmediğinde yutkunup sakinleşmeye çalıştı. Bu kadar içselleştirdiğini bilmediğimden şu an ufak çaplı bir şok yaşıyordum.