Bundan birkaç ay önce sorsalar dünyanın en mühim olayı 'özgürlük' derdim. Öyle de değil miydi zaten? İnsanın bir birey olabilmesi için dış bir etkene bağlı kalmadan düşünebilmesi ve kararlarını alabilmesi gerekirdi.
Ben de babamın beni sevmesini isterdim ama bunun için gerekli olan onun sınırlarının içinde yaşamamsa elbette günün sonunda bir başkaldırı kaçınılmaz olacaktı. Nihayetinde olmuştu da.
Özgürlüğüm için kaçmıştım.
Peki ya yöntemim ne kadar doğruydu?
Kaçmak yerine kafasına soka soka hukuk okumanın tek hayalim olduğunu söyleseydim ve günün birinde kabul edene kadar buna devam etseydim, fena mı olurdu? Elbette olmazdı.
O zaman hiç Ankara'ya gelip bunları yaşamazdım. Ayaz diye birini tanımasaydım, her şey daha sıradan olsaydı ve yalana gerek duymadığım bir yaşam sürseydim daha huzurlu olurdum.
Şüphesiz Devrim'in hayatımdaki yeri de önemliydi ama şu geçtiğimiz sekiz günde şunu net bir şekilde söyleyebilirdim ki benim hayatım ondan veya yaşayabileceklerimizden ibaret değildi.
Onu sevmekten bir an bile pişman olmamıştım.
Ancak geriye gidebilseydim ona rağmen Ankara'ya gelmezdim.
"Puşt herif," Oktay'ın savurduğu küfre karşın suratımı ekşittim, "İki bank ötemizdeki çift kalktı ya oraya geçti."
Masadaki kahvemi uzanıp alırken "Konuşmak istiyor." dedim. O ise birkaç küfür daha savurmaya devam etti. Normalde evden çıkmıyorduk ama dün sunumum bugünse konferans olduğu için okula gelmiştik.
Ben zamanında Oktay'a karşı olan tavrımdan dolayı dün 'bana eşlik eder misin?' demeye çekinmiştim. Ancak Oktay dışarı çıkacağımı anladığı saniye kalbimi ısıtan bir şey yapmıştı. Benimle birlikte gelmişti.
Tıpkı dün gibi bugün de.
"Aşk güzel duygu," kahvemden bir yudum alarak içimi ısıttım, "Ama arkadaşlıktan daha mühim değilmiş." hava soğuk olduğu için kahvem zaman geçtikçe soğuyordu. Sıkıntı değildi çünkü burada çok daha oturmayacaktık.
"Bir şey mi dedin?" diyerek bana dönen Oktay'la başımı iki yana belli belirsiz salladım. Üstünde durmaktansa Ayaz'ın oturduğu yere bakışlarını dikti, "Tam bir orospu çocuğu biliyor musun? Gamsız piç. Yirmi dakikadır suratına ters ters bakıyorum uzaklaşmak şöyle dursun az sonra gelip masamıza oturacak."
"O geceden sonra engellediğim için bu çabası."
"Sen neden bu kadar ruhsuzsun?" halime çatık kaşlarla baktığında iç çektim. Aslında ruhsuz falan değildim sadece düşünüyordum. Antalya'ya geri gidip babamla savaşacak gücüm var mı diye. Az önceki fikirlerimin aksine görüşüm tamamen öyle bir gücüm olmadığı yönündeydi.
"Savcıyı düşünüyorum," dedim, kuşkusuz, "Şikayet dilekçesini işleme koydu mu koymadı mı diye."
"Delil diye eklediğin yazışmalara rağmen koymadığına o kadar çok eminim ki,"
"Ben de."
Vücudunu benden tarafa dönerken "Biz ne yapacağız Devrim?" dedi. "Sana gel Nazım amcaya gidelim, diyorum. Devrim'den habersiz böyle bir şey yapmamız doğru değil, diyorsun. Devrim'e haber verelim dememe rağmen ısrarla reddediyorsun. Söylesene planımız ne? Bu ibnenin kendi kararıyla senin peşini bırakması mı? Öyleyse sana kötü bir haberim var," çekinmeden Ayaz'ın olduğu tarafı işaret etti. "Hiç buna son verecek gibi değil."
"Devrim'in dedesine gitmek istemiyorum." kafamı onaylamaz anlamda salladım. "Olmaz yani," omuzlarımı kaldırıp indirirken dönüp ona göz attım. Bunun açıklayabileceğim bir nedeni var mıydı bilmiyordum. Açıklasam mantıklı gelir miydi onu da bilmiyordum.