| iki hafta sonra
"Müvekkilinizin suçsuz olduğunu iddia ediyorsunuz, öyle mi?" savcının sorusuyla avukatım dakikalar önce boyalı ellerimle dokunduğum masadan aldığı bakışlarını kürsüye çevirdi. Ayaktaydı, savunmamı yapıyordu. Ona dönmemesini söylememe ve bu konuda anlaşmamıza rağmen dönmüştü. Başta itiraz edecek gibi olsam da sonraki günler duruma alışabilmiştim. Motive edici şeyler olmuştu.
"Dediğim gibi, olay günü yakın arkadaşını kanlar içinde görünce ifade verirken strese girdi. Saldırgana, bir diğer değişle Ayaz'a, bıçak saplayan kişiyi görmesine rağmen bunu ifade verirken söyleyemedi. Suçu üstlenirse acısının bir nebzede olsa dineceğini sandı. Öyle olmadı," derken dönüp hüzünlü bakışlarla bana baktı. Sanırım şu an mahkemeyi kandırmamız gereken kısımdaydık. Hemen 'ıhhh' diye bir nida çıkarıp, işaret parmağım ve baş parmağımla burnumun olmayan kemerini tuttum.
Ağlıyormuşum gibi kestiğim pozlara karşılık ayağıyla ayağıma 'Abartma' dercesine vurdu. Gönlüm abartıp canını sıkmaktan yana olsa da salonda Oktay'ın da olduğunu bildiğim için abartmadım. Aleyhime bir şey yaparsam Oktay'la burayı dört dönebilirdik.
"Müvekkilimin cezaevinde gösterdiği iyi hali de göz önünde bulundurup tahliyesini yapmanızı arz ediyoruz." diyen Altan'la göz ucuyla seyircilerin olduğu yöne baktım. Oktay sırf ne kadar iyi halli insanlar olduğumuzu gösterebilmek adına hem bana hem kendine takım elbise almıştı. Ben benimkinin mantığını anlayamadığımdan ötürü gömleğin üç düğmesini açık bırakmıştım. Çok sıkıyordu, çok.
O ise gördüğüm kadarıyla bütün düğmeleri iliklemişti. Duruşma boyunca değil birini açmak uzanmamıştı bile. Hemen önünde oturan annemle babam dikkatimi çekti. İkisinin de bakışları savcı ve avukatım arasında mekik dokuyordu. Şaşırtıcı ama bu süreçte onları çok endişeli görmüştüm.
Ablam ve kocası her zamanki gibi yoktu.
"İyi hal mi?" diye savunmaya itiraz eden karşı tarafla dikkatimi oraya verdim. Bu konuşan Ayaz'ın annesinden başkası değildi. Gözleri hafif yaşlıydı. Tek bir damla göz yaşı dökmemek için direniyordu. Bu güçsüz gözükmemek istediğinden değil de makyajı akmasın diyeydi. Malum dışarıda bir yığın gazeteci bekliyordu. Güzel gözükmeliydi.
"Duruşmayı bölmeyin!" diye bağıran ve tokmağını masaya iki üç kez vuran hakimi dinlemek şöyle dursun sözünü daha tokmakların vuruşları bitmeden "Bu kızın içeride neler yaptığını sağır sultan bile duydu!" diye bağırarak çiğnemişti.
Avukatım sakince "İddianızı kanıtlayacak deliliniz var mı?" diye sordu.
Buraya gelmeden önce dip boyasını yenileyen orta yaşlarını çokça geçkin kadın, "Delil mi!" diye çığırırken ayağa kalktı. "Delil mi bıraktınız ortada da şimdi bana soruyorsunuz Avukat Bey?"
Oğlu için büyük direniş gösteriyordu.
Zerre etkilenmeyerek arkama yaslandığım vakitlerde hakim yine tokmağını masaya vurdu, "Sessiz olun, aksi halde sizi dışarı almak zorunda kalacağım."
Ayaz'ın annesi "Ama," diye diretince hakim içerideki görevlilere işaret verdi. Böylelikle annesinin koluna kısa sürede bir görevli girdi ve ona dışarı kadar eşlik etti. Ne zaman konuşmaya kalksa susturdular. Keşke oğlu öldüğünde bu kadar çok çıngar çıkaracağına oğlu yaşarken adam akıllı sorunlarını anlayıp yönlendirebilseydi. Çok değil, makyajına verdiği önemin onda birini oğluna verseydi belki bugün burada olmazdık.
Ayaz'ın annesinin ortamdan ayrılması üzerine çok geçmeden sözü yine savcı aldı. "'Asıl katil.' diye bahsettiğiniz kişi hakkında elinizde en ufak bir kanıt yok. Bunun bir kurmaca olmadığına nasıl emin olacağız?"
"O konu," diyen avukatım kendinden bir hayli emindi, "İzniniz olursa içeriye birini davet etmek istiyorum."
Hakim "Davayla alakalı mı?" diye sorunca kaşlarımı çattım. Yok buradan çıkışta katılacağımız private partiyle alakalı. "Te Allah'ım," diye ağzımın içinde konuştuğumda hakimin bakışları beni buldu. Sadece onun değil, salondaki herkesin.
Hakim tam dudaklarını aralamış bir şeyler söyleyecekken bir öksürük krizi olaya müdahale etti. Sesi takip ettiğimde Oktay'ın iki sıra arkasında oturan elemanlar dikkatimi çekti. Normalde güneş gözlüklerini, maskelerini ve şapkalarını çıkarmadıkları için onların kim olduğunu anlayamamıştım. Ama şimdi gördüğüm kadarıyla, "Çakır?" diye mırıldandım.
Efe, Çakır'ın maskesini ve gözlüğünü çıkarmış, daha rahat öksürmesi için alan açmıştı. Oktay ise sanki arkasındaki ikiliyi tahmin ediyormuş gibi dönüp hiç onlara bakmıyordu. Onun yerine keskin bakışlarını bana kitlemişti. Adeta 'Ne yapıyorsun?' der gibi bakıyordu.
Silkelenip kendime gelmeye çalıştığım vakitlerde hakimin işaretiyle Efe'yle Çakır'ı da alandan çıkardılar. O an görüş açıma karşı tarafın koltuklarında oturan başka maskeli biri düştü. O sondu. Diğer herkesin yüzü açıktı. Gözlerimi kısıp kim olduğunu anlamaya çalıştığım sırada kapı yine açılıp kapandı. İçeri orta yaşlarında bir kadın girdi. Kendisini yönlendiren bir görevliyle birlikte tanıkların dinlendiği yere kadar getirildi. Görevli işi bitince dışarı yöneldi. Bu esnada Altan söze girdi, "Birde o geceyi evde çalışan kadından dinleyelim istedim."
Evde çalışan kadın mı?
Kapıda dikilen korumalar haricinde o ev için çalışan kimseyi görmemiştim. Bu konudaki şaşkınlığım ilerleyen dakikalarda son buldu. O kadın, Aşkım'ı o halde görüp, endişelendiğini, sonrada mutfağa gidip eline kendini korumak için bir bıçak aldığını, içeriden gelen sesler artınca gidip yeniden baktığını ve bu defa Oktay'ın halini görünce dayanamayıp müdahale ettiğini tek tek anlattı.
Hayatımda ilk defa bu kadar büyük bir komployla karşılaştığımdan ötürü afalladım. Fakat düşündükçe bu komployu hazırlayan tarafta olmak rahatlamama neden oldu. Kadına yatacağı yıllar için üzülsem de bunun için yüklü bir miktarda para aldığını anlamam kaçınılmaz olduğundan çokta kafama takmadım. Kimse beni sevdiğinden ömrünü çürütmeyeceğine göre sıkıntı yoktu.
En nihayetinde duruşma o kadının ceza alması, benim denetimli serbestlikle serbest bırakılmam ve olayın takibinin sürmesi bahsiyle bitti. Yanımdaki sandalyeye yeniden oturan avukata bakmadan "Hep böyle mi olacak?" dedim.
"Nasıl mı?" diye sordu.
"Ben birilerini öldüreceğim ve siz de örtbas edeceksiniz?" insanlar usulca mahkeme salonunun çıkışına doğru yürüse de yine de kısık sesle konuşmaya devam ettim, "Eğer böyle olacaksa ben daha çok kişiyi öldürürüm."
Salondan çıkmadan önce gözlüklü, maskeli ve şapkalı kız dönüp bana baktı. Kısacası Aşkım bana baktı. Benimle konuşmaya çekiniyor olmalıydı. Daha çok çekinsin diye bakışlarımı üstüne diktim. "Öldürmeye Aşkım'dan mı başlayacaksın?" diye sorduğunda tereddütsüz "Evet." dedim. "Aslında ilk sırada sen vardın ama işte el mahkum, daha savunmamı yapman gereken çok davam olabilir. Yaşaman en iyisi."
"Çok iyisin." önündeki dosyaları toparlamaya koyuldu, "Bu kadar insaflı olma." alenen dalga geçtiğinde sırf sinirlendirmek için uzanıp eline dokundum. Hareketleri kaskatı kesilirken gözleri kısıldı.
"Çekeyim mi pis ellerimi üzerinden?" derken elini daha çok sardım. O ise geçen sefere kıyasla bu defa boş durmaktansa uzanıp ceketimin kolundan kavradı ve kolumu pis bir ıslak mendilmişim gibi kenara çekti.
"Benimle uğraşacağına git şimdiden seneye alttan alacağın dersleri yalayıp yutmaya bak. Aksi halde staj döneminde hiç yanıma gelme. Bilgisiz insanlara katlanamıyorum."
"Sana stajımı seninle yapacağımı düşündüren ne?" sandalyemi itip ayağa kalktığım vakitlerde annemle babamı aşıp bana doğru yaklaşan Oktay'a kollarımı açtım. Yaralı vücuduyla yanıma geldiği gibi kollarını vücuduma doladı. Ben de ona aynı şekilde sarıldım. Sesi titreye titreye "Bitti, Devrim." dedi. " Hiç bitmeyecek gibiydi ama bitti."
Avukatımın yerinden kalktığını işittim. Gitmeden önce "Sanki benden daha iyi bir avukat tanıyorsun da," diye homurdandığını da. Ancak dönüp bakmak veya cevap vermek yerine Oktay'a sarılmaya devam ettim.
Fısıltıyla "Bitti, Oktay." dedim. "Bitti."