Bilgilendirme: Final toplamda üç parttan oluşacak.
İkinci Bilgilendirme: Özel bölümleri olacak gibi.
Üçüncü Bilgilendirme: Bu bölümde sinirleri bir hayli yıpranmış bir karakter okuyacaksınız..
"İşte ben hep böyle garip mahzun,
Bir şey beklermişçesine yaşıyorum.
Bazen öyle günlerim oluyor ki, Elagözlüm,
Ne oldu nasıl bitti şaşırıyorum.
Bazı bilmem, gün nasıl başladığında,
Kayıp kayıp gidiyor dünya bıkkın bakışlarımdan."Meyve bıçağını satırlarda gezdirmeye devam ettiğim vakitlerde bana yaklaşmakta olan birini hissettim. Göz ucuyla baktığımda bunun Neslihan karısından başkası olmadığını gördüm. Bir hafta önce Ankara M tipi cezaevinden Antalya M tipi cezaevine naklim gerçekleştirilmişti. İlk günlerde bir ağalık sisteminin gazabına uğramıştım. Olabildiğince ayak uydurmaya çalışsam da sabrımın bittiği noktada herkes uyurken meyve bıçağını Gülçehre'nin boğazına dayayıvermiştim. Ufak bir sinir krizi de peyda olunca onu elimden almaları bir hayli zor olmuştu.
Neslihan'ın, yatağımın başında bitmesiyle bıçağımı kaldığım satıra dayayarak, kafamı kaldırıp, ona baktım. En nihayetinde diğerlerine attığı tereddüt dolu bakışlarını bana çevirdi. Üstündeki bariz gerginlikle "Şey," dedi. Ardından böyle olmayacağını anlamış gibi silkelendi. "Hak hukuk demiştin. Her şeyin bir günü olacaktı. Böyle konuşmuştuk. Bugün kahvaltıyı sen,"
Güldüm, "Ben ağayım."
"Ama," diye itiraz etmeye kalktığında bıçağın ucunu ona çevirdim,
Altlı üstlü ranzanın ilk katında yatıyordum. En son bu kadar küçük bir alanda ne zaman yattığımı hatırlayamıyordum bile. Altımdaki yorgan kim bilir kaç kişinin üstünden geçmişti. Sırtıma yaslı yastıkça kaç yüz eskimişti. Sıra bendeydi. Neticede hiçbir suç cezasız kalmamalıydı.
Ranzalardan birinde yatan yaşlı kurtlardan biri "Boyundan büyük işlere kalkıyorsun." diye ağzının içinde konuşunca boynumu yana yatırdım. Göz ucuyla ona bakarak, "O halde beni öldürün." dedim.
"Adalet dediğin eşitlik değil midir?" Neslihan'ın yarım saatte bulduğu savunmaya karşın kaşlarımı çatarak "Sen başbakanla eşit olduğunu mu sanıyorsun?" diye bir soru sordum. Alenen kendilerini küçümseyip kendimi üstte gördüğümü belirttiğimde yükselen homurtular bir bir kulağıma ilişti. "Hanımlar hanımlar," dedim, yerimde doğrulurken, "Ben başım, kafa olarak da düşünebilirsiniz. Ben sizi yönlendireceğim sizse benim fedailerim olarak,"
"Gülçehre'yi hastanelik ettikten sonra bunu yapacağını bilseydik biz de seni," diye lafımı bölmeye kalkan başka bir mahkumla sinir eşiğime gelindi. Elimdeki bıçağı bir o yana bir bu yana çevirdiğim vakitlerde "Ben lafımın bölünmesinden hiç hoşlanmıyorum." diye konuştum. Akabinde usulca o mahkuma dönüp elimdeki bıçağı üstüne doğru fırlattım.
Geri kaçıp, bıçağın yere düşmesine vesile olunca "Bu sana son ikazım." dedim. Ellerimin içi terliyordu ve göğüs kafesim haddinden fazla şiddetle inip kalkıyordu. Sonunda dayanamayıp yattığım yerden kalktığımda Neslihan eliyle 'buyur' yaparken önümden çekildi.
Ara ara beni tehdit eden topluluğa "Her grubun bir başı olur," derken yerdeki bıçağı aldım. "Her ülke böyle yönetilir," beni en son tehdit eden kadına doğru yöneldiğimde birkaç adım geri gittiğine şahit oldum, "Neden anlamamakta ısrar ediyorsunuz? Basmıyor mu kafanız!"
"Sen," dedi, zorlukla, "Bu düzenden memnun değildin,"
"O yüzden baş oldum ya!" bir kere daha halktan biri olursam daha kötü durumlara düşeceğim aşikardı. O halde düşmemeliydim. Bu devranında hep baş ve ayaklar olarak döneceği belliyken neden ayak olmaya kendim dahil herkesi ikna etmem gerekirdi ki?