"Neden bilmiyorum," dedim, kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya, "Ama canım acıyor." kedinin kadifemsi tüylerini okşamaya devam ettiğim sırada başımı daha çok dizlerime yasladım. Ben onu sevdikçe mırlıyor, elime sürtünüyordu. Bazen boylu boyunca geçiyor, geri dönüp tekrar aynı yeri okşamamı istiyordu. Gönlüm ona mama vermek istese de yanımda bir tek bira olduğundan veremiyordum. Ayağa kalkacak gücüm olmadığını bildiğimden gözlerim doldu. "Özür dilerim." başını sevip "Seni aç bırakıyorum." diye konuştum. "Affet beni olur mu?"
Gözyaşlarımı tutamazken doğrulup zorlukla arkamdaki duvara yaslandım. Bacaklarımı ileri itip diğer yanımdaki teneke şişeye uzandım, onu kavrayıp dudaklarıma götürdüğüm sırada "Miyav." diye bağırdı benimki.
Biramdan iki yudum aldıktan sonra boğazımı zonklatacak derecede iğrenç olan sıvıyı sindirmeye çalıştım. Suratım ekşirken kafamı iki yana sallayarak tekrar iki yudum aldım ve şişeyi sertçe kaldırıma yerleştirdim. Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildiğim vakitlerde "Bunu ben bile içemiyorum, sana nasıl vereyim?" dedim.
Yeniden miyavlayınca şişeyi alıp ona uzattım, "Al." dedim. Birinci de uzaktan kokladı, sonra yakına geldi kokladı ve çok geçmeden kusar gibi yapıp geri kaçtı. "Bak işte." deyip şişeyi gerisin geri koydum. Ardından "Normalde alkol kullanmam ama bugün berbat hissediyorum." dedim. Aslında saatler önce yavaş yavaş içmeye başlamıştım. Fakat, sonra Oktay "Seninki hızlı çıktı." diye mesaj atınca hızımı bir hayli arttırmıştım. Şimdiyse az ötedeki büfeden aldığım birayı içerken gücümü yitirdiğim için kaldırıma çökmüştüm. Rezil bir haldeydim, babam görse yüzüme tükürürdü.
Aklıma o gelince gülümseyerek "Ama göremez." dedim. "Ankara'dayım, nasıl görsün?" eş zamanlı olarak ağzıma kadar gelen mide öz suyumla yan tarafıma döndüm. Öğürüp üstümü başımı mahvetmek istemesem de sağlıklı olanın bu olduğunu bildiğimden öğürmeye çalıştım. Birkaç deneme sonucu başarısız olunca arkama yeniden yaslandım. Ardından göz ucuyla kediye baktım ama orada yoktu.
Az ileride başka birine kendini sevdirdiğini görünce çenem titredi. "Erkek değil misiniz, hepiniz aynısınız!" diye sesimi yükselttiğimde yoldan geçen tek tük insan bana dönüp baktı. Aynı o kedinin ve onu seven kişinin baktığı gibi. Bütün ilgimi onlara vermiş uzun uzadıya izlerken yanıma çöken kişinin varlığıyla ürperdim. Neredeyse az önce kusacağım, biramın da bulunduğu, yöne doğru bakınca Akın'ı gördüm.
Emin olmak adına gözlerimi kısıp daha dikkatli incelediğimde sahiden Akın olduğunu kavradım. "Hakkını Devrim'e mi devrettin?" derken hıçkırdım. "Öyleyse bil diye söylüyorum, üstüne kusmak için ne kadar öğürmem gerekirse öğürürüm."
Benden biraz da olsun uzaklaşırken oturduğu sırada eline aldığı biramı aramızda kalan mesafeye koydu ve "O kedi dişi." diye konuştu. Az önce laf attığım kediyi unuttuğum için kaşlarımı çatıp boş boş yüzüne baktım. Tıpkı benim gibi sırtını büsbüyük duvara yaslayıp kollarını gövdesine sardı. "Hakkımı Devrim'e devrettim." dediğinde dudaklarımı büküp önüme döndüm. Devrim'e kızamıyordum. Belli ki eşcinsel olmadığını kendi çapında kanıtlamaya çalışıyordu. Fakat, bekleseydi ben ona çokta imkansız olmadığımızı bir şekilde belli ederdim.
İçime çöken öküzle birama uzandım. Ondan bir bilemedin bir buçuk yudum alırken sertçe kaldırıma geri çarptım. "Bu gece Ankara'yı yakacağım." dediğimde "Neyle?" diye sordu. Çok mantıklı bir soru olduğu için bir süre düşündüm. Akabinde dönüp "Beş liralık mazotla." dedim.
"Beş liralık mazotla şuradaki çöp konteynerını yakamazsın." işaret ettiği yere birden bakınca görüş açım bulanıklaştı. Görüntünün netleşmesi için kafama hafifçe vurdum. Fakat başarılı olamayınca "Orada çöp konteynerı falan yok." deyip Akın'a "beni kandırıyorsun" bakışı attım.