"Başka havalar getir bana. İçinde biraz bahar olsun, biraz sen, biraz da cumartesi." elindeki şiir kitabımdan alıntıladığı şiirle sırtımı sandalyeye yasladım. Bu odaya geldiğim ilk an iki gün önce kaybettiğim kitabı onun ellerinde görünce ilkte bir afallamıştım. Sonraysa bunu elinin kolunun uzunluğuna vermiştim. Şimdilere gelirsek, karşısına oturmuş kitabımı incelemeyi bitirmesini bekliyordum.
Sonraki sayfayı yavaşça çevirirken "Hem Turgut Uyar okuyup hem nasıl insanları yaralayabiliyorsun?" diye sordu.
İçerisine düştüğüm durum için babamın bana avukat tutmasını daha doğru bulduğumdan ötürü bu konudan dolayı hiç onu aramamıştım. Ancak ondaki hırs o kadar yüksekti ki inat etmiş, babama gidip onu ikna etmiş ve bir şekilde babamın kendisini avukat diye yanıma göndermesine vesile olmuştu. Sonuç itibariyle, avukatım bu titizlik hastasıydı. Memnun muydum? Hayır. Onu her görmemde gırtladığına çökme istediğim perçinleniyordu.
Bana yardım edeceğini söylediği yoldan gitmeye kalktığımda Oktay yaralanmıştı. Bense hapse düşmüştüm. Sözde ülkede 'adalet' olduğunu kanıtlayacaktı ama işte becerememişti. Olmayan bir şeyi kanıtlayabileceğini sanan aptalın tekiydi.
"Aslında şiir okumaktan çokta hoşlanmazdım," dediğimde bir yandan kafasını kaldırıp bana baktı, bir yandan kitabı kapayıp cezaevi müdürünün masasına yerleştirdi. Bu meraklı haline karşın umursamaz bir edayla "Oktay'layken en son o kitabı okuyordum." dedim.
'Anladım,' der gibi başını salladığında gözlerimi kıstım. Anladığını sanmıyordum. Bunu basacak bir kafası yoktu. "Avukat," uzanıp kitabımı aldım ve gerisin geri yaslandım, "Neden zorluyorsun?"
"Eskiden 'Avukat Bey' derdin."
"Çünkü saygı duyduğum biriydin." kitabın sayfalarını karıştırıp, bir hasar var mı diye bakındım. Bir tek benim meyve bıçağıyla yaptığım hasarlar mevcuttu. Başka da bir kusuru yoktu.
Aramızda oluşan kısa süreli sessizliği onun bozguna uğramış sesi bozdu, "Ne değişti?"
Gülerek yerimde dikleştim. Etrafıma bakınıp ona döndüm ve "Çok şey." dedim. İçten içe ona beslediğim büyük bir öfkem vardı. Pekala, bunu dışarı yansıtmaktan geri durmadığım doğruydu. İçime sıkıntı dolu bir nefes alıp verirken "Güven tüccarları." diye homurdandım.
Dirseklerini dizlerine yaslamak suretiyle bana doğru eğilirken kendini işaret ederek "Ben mi güven tüccarıyım?" diye yekten sordu. Şüphesiz "Sadece sen değilsin, Aşkım'da öyle." dedim.
Aramızda küçük bir sehpa vardı. Avukat bozuntusu biraz daha eğileyim derken dizini ona çarptı. Ardından o kadar hızlı geri çekilip duruşunu düzeltti ki onun hayatına devam edebiliyor olduğunu görmek benim daha çok sinirimi bozdu. Hala temizlik hastasıydı. Aslında cezaevine bir düşse iki haftada bu takıntısından kurtulurdu, kurtarırlardı.
"Ben sadece sana yardım etmeye çalışıyordum." dediğinde "Sen sadece Oktay'ın komaya girmesine sebep oldun." dedim. "Hayatımıza hiç girmemiş olsaydın eminim daha az hasarla Ayaz'dan kurtulabilirdik."
Düşünce yapımdan hiç hoşlanmamış olacak ki suratını ekşitti. İlk duruşma da hiçbir sözünü dinlemediğim için aramızda bir husumet olduğunu anlamıştı. Ancak şu an ilk defa bu kadar direkt konuşuyordum. Bunun yegane sebebi kitabımı çalması olabilirdi. İki gündür içeride geçirdiğim sinir krizi ataklarından sonra burada boğazına yapışmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Oktay için üzgünüm," derken bakışlarını yere indirdi. "Senin içinse," yerde bir şey dikkatini çekince sustu. Nereye kitlendiğine göz attığımda yerdeki saç telini gördüm. Sanırım o saç telinden bir hayli rahatsız olmuştu. Acımak yerine feyz aldım. Cezaevi müdürünün masasından küçük bir not kağıdı alıp parçalamaya başladım. Avukat ise hala yere bakarken "Senin içinse," diye tekrarladı. "Çabaladım ama sen bana hiç yardımcı olmadın."