Bölüm 15

1 0 0
                                    

  Jayda Uglen sokaklarında geçirdiği her saniye çevresinde olanları büyük bir ilgiyle incelemekten kendini alamıyordu. Burası haritalara veya birkaç kent çizimine bakmak gibi değildi. Böylesi bir farkındalığı ikiziyle topluluklarının lideri olmadan önce bir parçası oldukları ilk pusularında da yaşamıştı. Uçsuz bucaksız ormanda önceden de vakit geçirmiş, avlanmış olmalarına rağmen birinin gözetimi altında olmadan ağaçların arasında dolaşmak çok daha tehlikeli ama bir o kadar da heyecanlı hissettirmişti. Şimdi de aynı o gün o karanlık ormanın içine çekilmemek için verdiği savaştan duyduğu heyecanı hissediyordu.

  Uglen, Batı yakasının şimdiki kralı olan Kral 2. Vicar Albis'in soyundan gelen ve çağının yeraltı tanrıçası Morana Albis'in doğduğunun söylendiği kentti. Aynı zamanda batıdaki en büyük barajlardan biri olan Kızılsu Barajı da buraya inşaa edilmişti. Fakat Uglen'in yıllar içinde esas ünlenen özelliği soylu kana ev sahipliği yapması değil çetelerin burada barınıyor oluşuydu. Öyle ki yüksek binalı evlerin arasındaki çoğu dükkan, restoran, bar ve han gibi iş yerleri bir çeteye bağlıydı. Tabii bu durum bölünen şehrin belli bölgelerinin belli kişiler için güvenli olmamasına sebep olmuştu. Sınırı çizilmemiş bölgeleri yöneten çeteler sahip oldukları alanı genişletmek için sessiz bir savaş halindeydi.

  Kararmaya başlamış havayla birlikte yanan sokak lambaları binaların arasında oluşan sis tabakasının üstünde büyülü bir turuncu ışıltı veriyordu. İnsanlar kapılarının önüne yerleştirdikleri uzun mumları yakıp geri içeri giriyorlardı. Ventios'da gördüğü gibi Uglen de sokaklarını Runi Dayanışma gününe yönelik süslemeye başlamıştı. Jayda kulübün haritadaki yerini düşünerek ilerlerken bazı binaların paspaslarının yanına yerleştirilmiş seramikten yapılan eski tanrı ve tanrıçaların figürlerini, ikili kapıların üstündeki ahşap sundurmalardan sarkan çiçeklerin arasındaki renkli flamaları inceledi. Bazı binalar Uglen'in bronz kazma deseni işlemeli bayraklarını bazıları da Ventios'un el gibi yukarı uzanan çiçek tacı işlemeli bayraklarını camlarına asmıştı.

  "Buralarda bir yerde olmalı."

  Jayda kendisini kulübe ulaşmasını sağlayacağını düşündüğü dar bir sokaktan ana yola çıktığında farklı büyüklüklerdeki kare taş döşemeli bir pazar alanının içinde bulmuştu. Burası az önce yürüdüğü sokağa göre çok daha kalabalık ve hareketliydi. Koton dar pantolonları ve desenli ceketleriyle yürüyen adamların ellerinde tuttukları pipoların kokusu havadaki baharat kokularına karıştmıştı. Jayda baharat kokusunu yüzünü örten şala rağmen alabiliyordu. Kekik, kimyon, zerdeçal, papatya, zencefil ve adını bilmediği binbir koku daha. Pamuklu kabarık etekli elbiseleriyle takım olacak şekilde seçilmiş şemsiyeler taşıyan kadınlar, üstünde kıyafetten makyaj malzemesine, meyve ve sebzeden antika parçalara kadar çeşitli şeyler satan tezgahların arasında dolaşıyordu. Gün içinde güneşten korunmak için taşıdıkları şemsiyeleri şimdi kapalı bile olsa pazar yerinde şile bezi kumaşından gömlekler giyenlerin yanında kendilerini daha üstün gördükleri çevreye bakışlarından belliydi. Kol kola girmiş dantel işlemeli etekli iki kadına yaklaşan sokak satıcısını bir kol hareketiyle susturmuşlardı. Adam sinir olsa dahi bunu belli eden hiçbir ifade takınmamıştı. Böyle insanları her gün görüyor olmalıydı. Elindeki gibi biletleri satan satıcılar neredeyse her tezgah başında insanların önünü kesiyordu. Dayanışma günüyle birlikte kış dönümüne özel gerçekleştirilen tiyatro ve opera gösterileri de artmış olmalıydı. Kadınların arkasından ilerleyen Jayda konuşmalarını duyabilmek için öne eğildi.

  "Her yerden de bilet alınabilir oldu." Tiz sesli kadın yanındakine söyleniyordu.

  "Eskiden böyle gösterilere herkes giremezdi. Kalite yerlerde."

  "Bir de bilet de Tanrıların Asistanı Kelebekler için." Yanındaki kadının hayal kırıklığıyla başını sallamasını izledi. "Son fiyaskosundan sonra yeniden bilet satabilmesi bile mucize!"

ASSULON 1 | SORİN KARDEŞLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin