Bir, iki, üç, dört..
Kaç ay, yıl oldu bilmiyordu. Günleri görmüyor birkaç saatlik güneş ile günleri sayabiliyordu. Ve bildiği tek şey çok zaman olmuştu.
Sırtını dayadığı soğuk taş duvar git gide daha da soğuyordu, sırtında incelen siyah kumaş ile taşlar adeta dersine batıyorsada yapacak bir şeyi yoktu. O görkemli Valide Sultan'dan geriye kalan bir hiçti, ne gücü, ne güzelliği, ne zenginliği, nede asil kanı onu bu korkunç sondan kurtaramamıştı.
Bileğinin bağlı olduğu demirle oynarken demir kapı gıcırtıyla açılmıştı. Kalfa bir tepsi yemeyi kenara koymuş ve hiçbir şey demeden çıkmıştı. Gevher oturduğu yerden bile zar zor kalkmıştı. Sırt ağrıları her geçen gün artsada kimseden bir şey isteyemiyordu. Zaten ona bir kuru ekmek ile suyu bile mecburiyetten veriyorlardı.
Kasım yaşarken kimse ona katil gözüyle bakmamıştı. O zaman da Musa'nın kanı vardı elinde. Bir kişi bile ona saygısızlık yapmamıştı. Şimdiyse dört bir yanından haykırdıklarını duyuyordu. Belki de kimse bir şey demiyordu. Zihni onunla oyun oynuyordu. Kabuslar ve rüyalar birbirlerine girmişken neyin ne olduğunu bilmiyordu.
Zincirin izin verdiği kadarıyla ayaklanmış tepsiyi yerden alıp tekrar eski yerine dönmüştü. Neredeyse her vakit verilen bir öğün tekrar karşısındaydı. Bir parça ekmek, bir bardak su, pilav ve tarhana çorbası.
Çok kilo vermişti, kemikleri sayılır hale gelmiş, yüzü çökmüş ve bir ruha dönmüştü. Bazı geceler nöbet tutan kalfalar Gevher'in dairesinden gelen çığlık ve bağırışları duysada her şeyin sadece Gevher'in gördüğü kabuslardan ibaret olduğunu anlamışlardı. Her gece başka bir ismi ansada en çok Korkut'u ve Kamer'i anıyordu. Sabah yemek getiren Kalfalara bebek ağlaması duyduğunu söylesede kalfalar onu dikkate almamaya başlamıştı. Her gece rüyasına geliyordu minik şehzade, gerçi gördüğü boylu poslu yirmili yaşlarda biriydi. Mahenver'in kopyası gibi sarı saçlı mavi gözlüydü. Bazen yanında Musa'nın şehzadeleri de oluyordu kimi zaman yalnızca kendisi tüm gece Gevher'i kabuslarla uykuyu zehir ediyordu.
Gerek zindandan, gerek kabuslardan, gerekse tamamen yaşadığı acı ve ani çöküşten dolayı ruhsal olarak tükenmiş vaziyetteydi.
Her gece Allah'a tövbeler ediyordu, aldığı canlar için af diliyordu. Bildiği duaları okuyor her bir candan tek tek helallik istiyordu. Ama sonuç her zaman hüsrandı, ne helallik istediği canlar nede Allah onu affetmiyordu. Ölenler affetse bile günahsız iki güzel Sultan onu affetmiyordu. Elçin ve Nakşidil onu affetmiyordu.
...
[Eski Saray- Edirne]Hatice Sultan yıllar önce kaldığı daireydi yine. Aynı sedire oturuyor aynı camdan bakıyordu. Mahenver onu tamamen hiçliğe terk etmemişti. Maaş alıyor, her türlü hanedan hizmetinden yararlanabiliyordu. Her ne kadar rakipte olsalar Mahenver'in Haticeye karşı duyduğu derin bir saygı vardı. Bu saygının tek sebebi Musaydı, o hala burada olmasada Mahenverin her daim aklındaydı.
"Hatice Hatun'um?" Hatice oturduğu sedirde hafifçe titremişti. Başını camdan çevirip gelen hatuna dönmüştü.
"Söyle."
"Türbeyi bulmuş ağalar, dilerseniz gidelim."
"Âlâ." Hatice sedirden kalkmış pelerini boynuna dolamıştı. Saraydan çıktığında onu bekleyen at arabasına binip türbeye gitmeye başlamıştı.
Saraya yirmi dakika uzaklıktaki türbe ottan görünmeyecek hale gelmişti. Hatice işaret ettiğinde iki ağa otları temizlemeye başlamıştı. Haticeyse bu iki mezarı izliyordu. Esmehan'ın iki oğlu yatıyordu burda Ahmet ve Cihangir..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarayın Yansıması ||
Historical FictionSarayın Yansıması 2 Kan kokuyordu koridorlar, iktidar uğruna öldürülen bedenlerle dolup taşmıştı harem. Hünkar ölmüş taht savaşı yavaştan kendini hissettiriyordu.Ölüm gitgide yaklaşıyor, Sultanlar arasında güç hırsı katlanıyordu. O zaman tekrardan ...