Bayramlar, çocukların koşuşturduğu büyüklerin sohbetler ettiği tatlıların yendiği özel günlerdi. Mahenverin de Osmanlıda en sevdiği gündü, herkes mutlu ve beraberken nasıl mutlu olmasındı ki? Bayram huzurdu, eğlenceydi, sevgiydi, saygıydı. Mahenver bu günü çok seviyordu, Osmanlıda geçirdiği kim bilir kaçıncı bayramdı,
Arslansız geçirdiği ilk bayramdı.
Yinede onu ziyaret etmeden kimseyle bayramlaşmamıştı, sabahleyin daha harem yeni yeni uyanırken atını hazırlatmış Sultan Arslan camisine doğru yola çıkmıştı.
At arabasının küçük camından etrafı izlerken halkı görüyordu, her gören birbirine selam veriyor yaşlı adamlar ellerindeki minik keselerden çocuklara şekerler veriyordu. Toplu halde gezinen genç kadınlar özenle giyinmişlerdi, ellerindeki koca tepsilerin üstü örtülmüş olsada baklava olduğu belliydi. Erkeklerde camilerden çıkıyor avluda sıra halinde bayramlaşıyorlardı. Hatta gördüğü ufak bir mahallede uzun bir sofra kurulmuş iki üç aile topluca kahvaltıya oturmuşlardı. Bayram güzeldi, İstanbulda Bayram bir başka güzeldi.
"Ben geldim, Arslan." Mahenver türbeye girdiğinde ardından kapının kapanmasını istemişti, yalnız olmak istiyordu. Bir elini genişçe sandukaya koymuş sıvazlıyordu. "Cihan'ın, Cihannaran geldi." Boştaki eliyle saçlarını örttüğü başörtüsünü düzeltmiş sonra yüzündeki ağlama ve minnet ifadesi ile gülümsemişti. Elleri gibi dudakları da titriyordu. "Özledim, çok özledim." Kendini salmıştı, acısının geçtiği düşünmüştü hep. Hayır geçmemişti sadece alışmıştı. Onu hiç görmediği yerde -Amasya da- Arslanı hatırlatan çok fazla şey yoktu ama burası, onun eviydi, onun hatıraları, onun yaşantılarıydı. İstanbul, Arslandı.
"Kızların, oğulların bir arada sen yoksun ama birlikteyiz. Kasım senin düzeninde devam ediyor zalim değil o merak etme, ben evlatlarımızı koruyorum." Dudaklarını sandukaya bastırmış sonra geri çekilmişti. Arslan'ın sandukasının yanından diğer tarafa geçtiğinde minicik bir sanduka duruyordu, minik şehzadesi Korkut..
"Yiğit evladım, affet beni gelemedim yanına koruyamadım." Kucaklayıp alıp götürmek istiyordu bebeğini. Kendi kalbini söküp ona vermek onu yaşatıp kendinden vazgeçmek istiyordu, ama evlatları vardı. Yaşamalarını sağlaması gereken evlatları, birini tutamamıştı ve elinden kayıp gitmişti. Diğerlerini koruyacaktı.
"Arslan, ben şimdi giderim ama kalbim hep burada senin yanında atacak." Son kez oğlu ve eşine bakıp türbenin kapısını açmıştı. Ağladığı belli olduğundan tülünü bir yukarı çektirmişti. "Topkapı'ya geri dönüyoruz."
[Topkapı Sarayı]
Has Odada kocaman bir sofra, her çeşit peynir, zeytin, ekmek, etler... Daha nice nimetler ile kurulmuştu. Kolay değildi, koskoca hanedan kahvaltısıydı. Beş masa kurulmuştu; Hünkar ve şehzadeler, Valide Sultan ve Haseki Sultanlar, Hünkar ve Şehzade haremi, Hanım Sultanlar ve Hanedan damatları için.
Gevher, Valide Sultan olarak ilk iş oğlunu ziyaret etmişti, kahvaltı kurulurken de oradaydı. Üzerine giydiği koyu mavi kaftanı ile dikkat çekiyordu, oğlu tahtına oturmuşken oda hemen yanında yer alıyordu. Ondan hemen sonra sevgili gelini Gülriz ve ikbali şehzadesi Yakup gelmişti. Hoşyar da geç kalmamış oğlu Kadir ile gelmişti.
Hemen ardlarından Hatice Sultan, Şehzade Musa, Mehtap Sultan, Mahur Sultan, Şehzade İbrahim, Şehzade Abdullah, Şehzade Oğuz, Nakşidil Sultan içeri girmiş önce Hünkar ve Valide Sultan ile selamlaşmış sonra kendilerine ayrılan masaya geçmişlerdi. Tabi bu sürede Gevher Sultanın yakıcı bakışları ile ezilmişti Mehtap.
Nilüfer Haseki, Meylişah Sultan, İsmihan Sultan ve Mihrişah Sultan ile gelmişlerdi. Onlar daha oturmadan Kamer Sultan hemen ardında eşi Piyale İshak Paşa ve kucağındaki kızları Elçin Sultan ile gelmişlerdi. Hanzade Sultansa eşinden ayrı şekilde gelmişti. Ayşe Meyra Sultan oğlu Şehzade Orhan ile geldiğinde kahvaltı da yeni hazırlanmıştı.
Mahenver Sultan, türbe ziyareti sonrası saraya döndüğünde kimseye görünmeden dairesine geçmişti. Nedimelerinin gelmesiyle hazırlanmış ve oğlu Şehzade Mustafa'yı da alıp has odaya gitmişti. Tüm aile bir arada oturuyordu, aylar sonra bu görüntü ona çok iyi gelmişti. Şehzade Mustafayı masasına göndermiş sonrada Hünkar Kasım ve Gevher Sultan ile bayramlaşmıştı. Hünkarın işaret ile herkes kahvaltıya başlamıştı.
Hanım Sultanlar kendi aralarında konuşuyor, Kamer Sultan Kefeyi ve orada gördüklerini anlatıyordu. Tabi bu sırada Hanzade onu pekte kâle almıyordu.
Haseki Sultanlar da sessizlik içinde kahvaltılarını yapıyorlardı. Nilüfer Haseki arada Mahenver ile konuşuyor sonra tekrar kendi işine dönüyordu. "Sabah saraydan ayrılmışsın, hayrolsun Mahenver?" Valide Sultan sessizliğini Mahenvere dönerek son buldurmuştu.
"Merhum Hünkarımız Arslan'ı ziyaret ettim, bir mahsuru mu oldu?" Zaten sabahın duygusallığı ile oturan Haseki Sultan tekrardan Arslanı hatırlamasıyla içi burkulmuştu. Gerçi sevgili eşini ne zaman unutmuştu ki?
"Yok hayır, sadece merak ettim."
Şehzadelerde kendi aralarında savaş hakkında konuşuyordu, Kasım Musa ile konuşurken annesinin onun senin tahtında gözü var, yaşatırsan seni öldürürler sözleri kulağında çınlıyordu şuanlık sesleri susturabilmişti.
"Ee Mustafa, Amasya nasıl?" Kasım küçük kardeşine döndüğünde Mustafa gülümseyerek onu yanıtlamıştı. "Çok güzel Hünkar ağabey." Orada ne kadar çalıştığından söz etmemişti, yaptığı talimlerden, derslerden... Orası sadece güzeldi. Üstelik artık bir arkadaşı da vardı; Leon...
...
Sabah kahvaltının ardından herkes kendi köşesine çekilmişti, Gevher Sultan paşa hatunlarını dairesinde ağırlarken Kasım hanedan damadı olan paşalarla has bahçeye kurdurduğu çardaktaydı. Mehtap oğulları ve kızıyla Kamer Sultanın dairesine gitmiş zaten kefede pekişmiş olan dostluklarını dahada sağlamlaştırmıştı. Şehzade Musa, ilk iş Validesi Mahenverin dairesine gitmişti. Onu çok özlemişti.
"Validem, vallahi burnumda tüttünüz." Musa, Mahenvere tekrar sarılırken Haseki Sultan yorgun ama içten bir gülümseme ile karşılık vermişti.
"Sende oğlum, şükür her an senden haber aldım da için rahattı."
"Merak etmeyin, hem ben hem torunlarınız hep iyi oldu." Torunları ya, daha bu genç yaşında beş torunu vardı. Birbirlerinden parlak beş küçük yavrucak.
"Kasım izin verseydi, Kefeye de gelirdim ama hüküm belli." Elini şehzadenin omzuna koymuş sıvazlarken ikisininde gözleri birbirine bakıyordu.
"Yanımda olmasanızda ruhunuz hep benimleydi zaten biliyorsunuz Kamer misafirim oldu."
"Yokluğumu doldurdu diyorsun." Şakayla karışık gülmüş nedimesinin getirdiği kahveden bir yudum almıştı.
"Estağfurullah, kimse yerinizi dolduramaz ama sanki küçüklüğümdeki sizi anımsıyorum ona baktıkça, bana hep destek olan sizi görüyorum." Bedenen benzemeselerde ruhları Kamer ile birdi.
"Keşke diyorum bazen," Mahenver durmuş, Musa'nın diyeceklerine karşın ne diyeceğini düşünmüştü. "Keşke ben doğursaydım seni, her şeyinle annen olsaydım." Elini Musanın hafif çıkan kirli sakallarının olduğu yanağına koymuştu. "Sonra düşünüyorum da zaten benim oğlumsun, bana olan sevgin yetiyor." Musa, Mahenverin dizine koyduğu elini almış üst tarafını öpmüştü. "Hakkınızı ödeyemem, sarayda anasız -Hatice Sultanı kastetmişti- kalan şehzade bahtsız derler siz benim en büyük şansımsınız." İkili sarılırken ayların ayrılığı daha da kendini belli etmişti.
▪︎▪︎▪︎
Leon'un ismini Müslüman olursa değiştirsem mi?? Yoksa Leon'dan devam mıı
Bide bu bayram sırasında Ruhsar annesi Büşra Sultanın yanında o yüzden Cahit Paşa da kahvaltıya katılmadı
Votelemeyi unutmayiiin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarayın Yansıması ||
Historical FictionSarayın Yansıması 2 Kan kokuyordu koridorlar, iktidar uğruna öldürülen bedenlerle dolup taşmıştı harem. Hünkar ölmüş taht savaşı yavaştan kendini hissettiriyordu.Ölüm gitgide yaklaşıyor, Sultanlar arasında güç hırsı katlanıyordu. O zaman tekrardan ...