Eğer geleceğe elimizi uzattığımızda, parmak uçlarımıza değen kan damlalarını içinde barındırıyorsa şu anın pek bir önemi kalmaz. Geçmişten sıçrayan ölüm yazgısı önce varlığa daha sonra zamana dokunur. İnsanların değişme çabasının yalnızca bir çaba olarak kaldığı anlar, bu gerçek ile çıkar ortaya. Geleceğinin yok olmuşluğunu bile bile ona doğru, sağlam adımlar atmak yalnızca ölülerin yapacağı bir eylemdir.
Adımlarım, dalından kopan bir yaprak gibi sarsılmaya başladı.
Her zaman geçmişi affetmekten bahsederler. Kişileri yok saymak mümkünmüş gibi.
O an insan, affedemediği herkesle göz göze gelir.
O an bakışlar kaçırılmaz.
Affediyorum. Geçmişi değil.
Hastane koridorunda bir noktaya bakarken zaman üzerimizden geçip yönünü Taylan'a çevirdi.
Mary'nin odası deneyine göre Mary renkleri hiç görmemiş fakat yine de renkleri bilir durumdadır. Somut bir elma rengi ile karşılaştığında gördüğü renk, bildiği renkle örtüşür mü?
Mary'nin odası deneyine göre bir insanın beyninin işlev ve yapısı hakkındaki bütün fiziksel detayları öğrenebiliriz. Yine de o insan gibi olmanın ne anlama geldiğini asla bilemeyiz.
Affetmenin bu saatten sonra mümkün olmadığı geçmişle bu düşünceyle birlikte göz göze geldim.
Gözüm oturan ve başı havada duran insana, babama kaydı. Aykırıydı. Baştan aşağı buraya aykırı bir şekilde var olmaya çalışıyordu. Eline bulaşan kan geçmişimiz ve geleceğimizde asılı kalmıştı. Babam bir katildi. Ölümü hem bize hem de tanıdığı herkese bulaştırmıştı.
Geçen kısacık bu zaman zarfında babam gibi olmanın ne anlama geldiğini anlamaya çalıştım sadece.
Öfkesine haklı bir sebep bulmak için gizlenmiş cümlelerin altını deştim. O yığının altında bulduğum tek şey Beril ve benim çocukluğum oldu. Gözlerini sıkı sıkı kapamış iki küçük ruh ile karşı karşıya kaldım. Ellerinde bir ayna vardı. O ayna kırık geleceği işaret ederken, ben o yığının altında şimdi için bir sebep aradım fakat bulamadım.
Eksik yapılan bir plan demek başarısızlık demekti. Eksiktik ve ortada bir plan falan kalmamıştı. Yine de her şeye rağmen ben onu anlamaya çalışmak adına gözlerinin içine baktım. Bize dair hiçbir şeye rastlamadım.
Vazgeçtim, anlam olmadan yalnızca varlığını görmeye çalıştım. Bu defa zihnim beni, onun yarattığı karanlığa çekti. Yaralar bir anda hiç kabuk bağlamamış gibi kanamaya başaldığında ben durup her şeyi donuk bir halde izledim. Yaralarım kanarken, dudaklarından dökülen sözcüklerin artık daha fazla zarardan başka bir işe yaramayacağını anladım sadece.
Babam gibi olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalışırken, ayaklarım defalarca kez onun bastığı yere bastı ama yaptığı şeyleri hata olarak görmeyi bırakamadı. Parmak uçlarım dokunduğu yerlerde gezindi, parmaklarımdan odaya yayılan kan kokusu ile ellerime baktığımda, bileklerime kadar çıkan kızıllığı gördüm. Var ettiği şey koca bir enkaz ve sayısız yaraydı. Düşüncelerim onunkilere göre şekillenemeye çalıştı. Zihnime düşen bir kız çocuğu bana bakarken, aynı kızın yüzüne gelecek sıçradı ve büyüdü, o kadar büyüdü ki ben olup gözlerime baktı. Başını iki yana sallayıp, "Tercihinde biz olmadık." Dedi. Onu onayladım hafifçe başım sallanırken, tercih edilmemişliğimi onayladım. Ve o an anladım ki olmayacaktı. Ben onu anlamayacaktım.
Bir daha anlamaya çalışmamak üzere kaldırdım en üst rafa. Kollarım bir daha hiç yetişmesin diye bulduğum en yüksek merdivenle koydum. Sonra her şeyi ateşe verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELUN
General FictionKAYIP KİMLİKLER VE SÖYLENEN YALANLAR... "Seni daha iyi koruyabilmek için." Ve kurt kızı yedi. Kocaman ağzının kenarında yalan bir tebessümle gizledi çoğu şeyi. Kan hariç. VAR OLMAYAN BİR ÇIKIŞ İÇİNDE SIKIŞMIŞKEN... "Şunu söylemeyi kes! Ben sana ihan...