Devran elbette Agit'e aşık olduğu için ya da çok sevdiği için böyle bir karar almamıştı. Belki de onun istediği gibi bir sevgisi de yoktu ama onu kimlerden neden koruması gerektiğini biliyordu. Ahlatlı soy adının karanlık bir geçmişi vardı ve bu karanlıkta Agit'in ışığını söndürmek için öldürmeye varana kadar çirkinleşeceklerini biliyordu.
Nitekim düşündüğü gibi de babaannesi hariç bu karara şiddetle karşı çıkanlar Devran'ın karşısına dikilip ne üdüğü belirsiz, Ahlatlı kanı bile taşımayan, köyden gelmiş oğlanın bunca hakka nasıl sahip çıktığının hesabını sormak istediler ama karşılığını konağa gelen avukatın sesli bir şekilde onun söylediklerini dile getiren ve önlerine koydukları evraklarda Devran'ın haklarının bir kısmını Agit'e devrettiğini kendi gözleri ile görmüşlerdi ve onun kurduğu şu son cümle ile seslerini kesmişlerdi.
- Kararıma karşı çıkanlar ya da benim eşime saygısızlık yapanlar kendilerini kapının dışında bulur -
O geceki konuşmanın üzerinden iki gün geçmesine rağmen Agit ise olanların şokunu atlatamamıştı. Şu anda bilmediği yerlerde belki de milyonları vardı ama o hâlâ aynı Agit'ti. Devran'a kahvaltısını ve akşam yemeğini kendi elleriyle hazırlayan, onunla kitap okuyup sohbet etmek isteyen ve sarılmak için yine fırsat kollayan, her şeyden habersiz masum bir gençti.
İşte tam da bu yüzden Devran için değerli olduğunu bilmiyordu. Çünkü genç adam onun parayla ya da güçle ilgilenmediğini, hâlâ aynı kaldığını ve şu anda bile eşi olmak için ne yapabileceğini düşünüp durduğunu görebiliyordu.
Yıllar önce o kadına da kütüphanedeki destelerce parayı gösterip ne yapacağını görmek istemişti. E tabi bir kaç gün sonra da taşıyabildiği kadar parayla kaçan kadınla şaşırmamıştı bile. Oysa o paralar hiçbir şeydi, Devran'ın elinin altında kimsenin tahmin edemeyeceği kadar mal mülk, kendinden sonraki yedi sülaleye yetecek kadar para ve arsalar vardı.
Devran'ı ise asıl şaşırtan şey o gün Agit'e de paraları gösterdiğinde ciddi anlamda korkarak paradan kaçması ve Devran'ın tek kelimeyle boğazı acıdığı için endişeyle koşup ona su getirmeye çalışmasıydı.
Devran, Agit gibi bir masuma alışık değildi, o kanla yazılan hükümlere, birbirlerini al aşağı etmeye çalışan yırtıcı insanlara ve arkasından kuyusunu kazmaya çalışan kendi ailesine alışıktı.
İşte bu yüzden de Agit'i onların karşısında güçlü ve dokunulmaz kılmıştı. Devran onun masumiyetini koruyordu.
Agit ise şu anda her şeyden habersiz yatağının içinde acıyla kıvranıyordu. Hem kadın hem erkek bedeninde olmanın alışık olduğu o acıyı çekiyordu. İlk ergenlikte karşılaştığı kan onu dehşete düşürmüş, yardım dilenir gibi annesine koşup anne bir şeyler akıyor, kan var yardım et diye ağlamıştı. Ama karşılığında ne yapması gerektiğini söyleyen bir anne yerine o haliyle bile tarlaya gönderen, gördüğü kanı herkesten saklaması için azarlayan bir anne bulmuştu.
Genç kadın kendi kusuru olarak gördüğü çift cinsiyetli oğluna kusur ondaymış gibi davranmış, her regl olduğunda yüzüne suçlar gibi bakıp acıdan kıvranan oğluna yardım eli bile uzatmamıştı. Zavallı oğlan ise karnının ağrısıyla ve kırılacak gibi acıyan beliyle tarlaya gidip canı çıkana kadar çalışmıştı. Ta ki acıdan bayıldığında bile akşamına annesinden "Sen ne işe yarıyorsun ki" diye azar yemişti.
İki ya da üç ayda bir yaşadığı bu korkunç günler bugün yine Agit'i tir tir titreyerek korkutuyor, biri öğrenirse işiteceği laflar için saklanacak yer arıyordu.
Oysa korkacağı ya da utanacağı bir şey değildi yaşadığı şey, tam da bu yüzden iki üç ayda bir olsa da regl olabildiği için doktor doğurma şansı var demişti, hatta diğerlerinin ergenlikte çoktan biten regl olayının Agit'te devam edilmesine büyük bir şans demişti hanımağaya.