3.1

2.8K 267 30
                                    

Hasta hasta bölüm yazıp atıyorum(duygu sömürüsü) bunun şerefine oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınnn

...

Yaklaşık 1 saattir otogardaki kantinde oturmuş onu bekliyordum. Beklerken kahve söylemiştim ama hayatımda içtiğim en berbat kahvelerden biriydi.

Bir yudum alıp masanın üstüne bıraktığım kahve soğurken ben de sabırsızlıkla onu bekliyordum.

Çünkü bekle demişti. Ve ben onu kaç saat gerçerse geçsin bekleyecektim.

Etrafıma bakarken sıkılıp masadan kalktım ve kantinden çıktım. Hava bir kaç saat önceye nazaran biraz daha ısınmıştı. Ve ben arabadayken yol boyunca yağmur yağmıştı. Yağmurun cama çarpıp çıkardığı sesler o kadar güzeldi ki bir ninni gibi uyutmuştu beni.

Kantinden uzaklaşıp etrafıma baktım. Ellerimi tekrar ceplerime koyarken arabanın kocaman tekerleğinin yanında soğuktan kendine sarılmış uyuyan sarı bir kedi gördüm. Ve daha önemlisi yavruydu.

Bir an olsun beklemeden yavru kedinin yanına gittim. Nasıl da mışıl mışıl uyuduğunu görünce yüzümde bir merhamet emaresi oluştu.

Uzun ince parmaklı ellerim kedinin minicik bedeninin üzerinde şefkatle gezinirken yavru kedi gözlerini açtı. Birden dört ayağının üzerinde durup esnediğinde ellerimi çekmek zorunda kaldım.

Kedi esnemeyi bırakıp başını hafifçe yana yaptırdığında dayanamayıp konuştum. "Ya sen nasıl tatlı bir şeysin öyle?" Diye bebek seven yaşlı teyzelere dönüştüğümde elimi uzatıp kediyi sevecekken kendisi minik adımlarla elimin yanına gelip yanağını sürttü.

"Kıyamam sana annem." Dedim son kelimenin son harfini uzatarak ve dayanamayıp kediyi ellerimin arasına alarak ayağa kalktım. Onu üşümesin diye kollarımla sarmalarken tüylerini okşadım.

"Sende mi benim gibi burada yalnız kaldın?" Dediğimde başını kaldırıp mırıldandı. Gülümseyerek kucağımda ki minik kediyle tam arkamı döndüğümde gördüğüm yüzle bir an olduğum yerde çakılı kaldım.

Üzerinde deri ceketi, altında siyah kot pantolonu olan ve gözlerini kısmış o ilk görüntülü konuşmada ki gibi gülümseyen kişi ondan başkası değildi.

Soğuktan kızaran burnu-yanakları, ela gözleri ve gülüşünde takılı kaldı gözlerim. Bir kaç saniye sadece ikimizde birbirimize baktı.

Bakışları dudaklarımdan gözlerime çıkarken her bir noktamı bakışlarıyla yakatı geçti. Bir an soğuktan buz tutmuş tenim yanmaya başlamıştı sanki.

Yüzümde oyalanan bakışları en sonunda kucağımda ki kediye döndüğünde yüzünde bir tebessüm belirdi.

Onu bir anda karşımda görmeyi beklemediğim için kalp atışlarım an be an artıyordu.

"Haktan.." Diyebildim en sonunda dudaklarımı ıslatarak.

"Cennet çiçeği?" Sesini ilk defa telefondan veya başka bir yerden değil, gerçek hayatta karşı karşıyayken duyuyordum. Kucağımda ki kedinin meraklı bakışları ikimizin arasında gidip gelirken onun miyavlamasıyla dikkatim dağılmış gibi bakışlarımı kollarımın arasındaki kediye çevirdim.

"Kendin gibi sarı bulmuşsun." Diyerek bir kaç adımda dibimde biterken bakışlarım gözlerine kaydı. O kadar uzundu ki başımı kaldırmam gerekiyordu gözlerine bakmak için.

Elini uzatıp kollarımın arasındaki kedinin tüylerini okşadığında yavru kedi gözlerini kapatıp cilveyle mırıldandı.

"Hoşuna mı gitti?" Dedi alaycı bir ses tonuyla. Onun bakışları kedide benim bakışlarım ondayken bir anda sessizce mırıldandım.

"Kimin gitmez ki." Dememle bir an gözlerim kocaman açıldı. İçimden kendime güzel bir mısra yazarken dudaklarımı birbirine bastırdım.

Burası onunla telefondaki sohbet ekranın değil Belinay! Bunu içimden söyleyecektim. Söylediğimiz şeyi silemiyor muyuz? Nerde bunun sil butonu?!

Haktan'ın bakışları bana döndüğünde dudakları aralandı. "Şimdi anladık o yazıp sildiğin şeyleri." Söylediği şeyle soğuktan kızaran yanaklarım bir ton daha fazla kızardı.

"Hiçte bile." Dedim reddederek. Bana bakarak sırıttı. Bir kaç saniye sonra sırıtması yavaş yavaş giderken beklemediğim bir soru yöneltti. "Senin burada ne işin var cennet çiçeği?"

Bir an dudaklarım cevap vermek için aralanırken ne diyeceğimi bilemeyip sustum. Haktan tek kaşı havaya kalkmış bir şekilde cevabımı beklerken derin bir nefes alıp konuştum.

"Gelmemeli miydim?"

"Sen hep gel. Hiç gitme. Ama benim kastettiğim o değil." Dedi sakin bir ses tonuyla.

"Ben.." diyip durdum. Bakışlarımı kaçırıp yere çevirirken yutkundum. "Ben evden kaçtım." Dedim tek nefeste.

Yüz ifadesi anında kaskatı kesilirken hafifçe kaşlarını çatıp bana baktı. Bunu dememi beklemiyor gibi bir yüz ifadesi vardı.

"Neden?" Diye sordu merakla. Bakışlarımı kucağımda ki kediye çevirdiğimde tüylerini okşamaya devam ettim.

"Ben evlatlıkmışım." Döküldü dudaklarımdan. Bu gerçeği sindirmek için saatlerimi harcamıştım oysa. Söylemesi bu kadar basit olamazdı. Ama siz bunu duyana değil, söyleyene sorun.

Kime zor?

Bakışlarım kedide oyalanmaya devam ederken aramızda uzun bir sessizlik oluştu. İkimizde sadece birbirimizin sessizliğini dinledik.

"Ne diyorsun sen cennet çiçeği?" Sonunda konuştuğunda bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Duydun işte. Evlatlıkmışım ben."

Bir kaç saniye kaşları çatılı bir şekilde beni anlamak istercesine gözlerime baktı. "Sende bu gerçekten kaçmak için buraya geldin?" Dedi sorarcasına.

"Kaçmadım, sığındım. Güvendiğim tek noktaya." Dedim durgun bir ses tonuyla. Dediklerimle çatılı olan kaşları düzeldi.

"Neler yaşadın sen? Havadan sudan bahseder gibi ben evlatlığım diyosun ve çekip buraya geliyorsun." Bir an hafif bir şaşkınlıkla ona baktım. Gelmem onu rahatsız mı etmişti?

"Ben.. özür dilerim. Bir anda çıkıp geldim. Seni de rahats-" Ben sözümü tamamlayamadan birden tek eliyle beni kolumdan tutup kendine çekti. Kediye dikkat ederek kollarını bedenime sardığında şaşkınlıkla kaskatı kesilmiştim.

"Gel buraya gel... Sanki marekete diye çıkıyor. Çıkıp gelmiş miş." Dediğinde sesinde küçük bir çocuğu azarlar gibi bir sitem vardı.

Kolları beni daha sıkı sardığında saatler sonra evimde gibi hissetmiştim. İki kol bir beden. Ev olur muydu bir insana?

Bir eli hala beni sararken diğer eli tereddütsüzce saçlarımı okşamaya başladı. "Sen gelmeseydin en sonunda ben çıkıp gelirdim o İstanbul'a."

Kalp atışlarım git gide artarken ikimizin arasındaki havayı bozan ses utançla kızarmama ve gözlerimin kocaman açılmasına sebep oldu.

Kolumdaki akıllı saat yüksek kalp atışı alarmı verirken bir adım geriye atıp küçük kediyi yavaşça yere bıraktım ve hızla saatin sesini durdurmaya çalıştım. Ama saatten gelen ses durmuyordu.

Haktan benim çaresiz çabamı izlerken keyifli bir kahkaha attı.

"Sen daha kalbinin sesini durduramıyorken o kolundaki saatin sesini mi durduracaksın?"

Söylediği şeyle kalbime hücum eden duygular daha da ağırlaştı. Saatteki ses en sonunda dururken Haktan ellerini deri ceketinin ceplerine sokarak dudaklarındaki gülümsemeyle bana baktı.

"Sen adamın aklını başından alırsın cennet çiçeği."

...

Sende adamın aklını başından alırsın Haktan 🫠

Cennet Çiçeği/TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin