Multimedi'ada Eylül var.
İyi okumalar.Sabah güneşin parlak ışıklarıyla uyandım. Küfrederek kafamın altındaki yastığı aldım ve yüzüme kapadım. Evet böyle de nefes alamıyordum. Ne kadar güzel!.
Sonunda pes ederek yattığım koltuktan kalktım ve perdeyi sertçe çekerek kapattım. Yine de bir faydası olmuyordu. Yine aydınlık,yine aydınlık.
Işıktan nefret ediyordum. Güneşten veya sabahtan,hiçbir farkı yoktu benim için. Aydınlıktı işte. Uyuyamıyordum. Gözlerimi acıtıyordu bazen, bazen ise ıslanmasına neden oluyordu. Kamaştırıyordu. Bundan nefret ediyordum. Işıktan,gözlerimi acıtmasından,sulanmasına neden olmasından ve uyutmamasından. Her türlü sevmiyordum işte sabahları. Eziyet gibi geliyordu bana. Tek kelimeyle nefret ediyordum.
Ceza evinde'iken sevmeye başlamıştım karanlığı,gölgeyi. Her zaman loş olan ışığı. Orada ne kadar da rahattım. Her gün,her zaman yatıyordum. Tabi büyük olan sürtüklerin bana zorla iş veya çöpçatanlık yaptırdıklarını saymazsak.
Işıktan rahatsız olduğum için en sonunda direnmekten vazgeçip yatağımdan kalktım. Yine sıkıcı bir gün ve yine berbat bir hayata uyanış.
Yattığım yeri toplamadan ki aslında toplanacak ta pek bir yer olmadığı için en azından benim açımdan, uyuşukça kalkarak lavaboya geçtim. Lavabo da günlük işlerimi hallettikten sonra ise salona çıktım. Dünkü hali gibi her yer pırıl pırıldı,yani bana göre. Eylül neresini beğenmiyordu anlamıyordum. İstediğin gibi yiyip içip atıyordun.Bunun neresi kötüydü ki?
Fazla takmayarak mutfağa girdim. Eylül hala uyanmamıştı,etrafta görünmediğine göre. Sanırım üç şişe akşam ona fazla gelmişti. Umursamadan dün Eylül'ün topladığı mutfakta aradığım şeyleri biraz zor bulsam da sonunda amacıma ulaşmıştım. Dolapları karıştırmanın sonucunda ulaştığım mısır gevreğini aldım ve dolaptan sütü çıkartarak ikisinin karışımını yemeye başladım. Bir-iki tabak atıştırmadan sonra tekrar salona çıktım ve masa üstünde bulunan sigara paketimden bir tane alıp yaktım. Birkaç çekişin sonunda biten sigaramı küllüğe bastırdım ve paketimden bir tane daha alıp tekrar yaktım.
Sanırım art arda içtiğim beş sigaradan sonra tatmin olmuştum. Biten paketi diğer koltuklardan birisine fırlattıktan sonra iç çekerek kendimi oturduğum koltukta daha rahat bir hale getirdim.
Ah tanrım, sanırım can sıkıntısından öleceğim?
Bir insanın, bir hayatta, hiç mi yapacak bir şeyi olmaz ya?
'Off'layarak oturduğum yerden kalktım ve mal gibi etrafa bakmaya başladım. Hmm galiba ortalık gerçekten de bok götürüyordu. Peki bu benim umrumda mıydı???
Hayır.
Sanırım kafayı yiyordum şuan. Yalnızlıktan, pislikten ve can sıkıntısından. Evet şuan kesinlikle can sıkıntısından kafayı yiyordum. Hatta sıyırmış durumdaydım.
Kendi kendime salonun ortasında dikilirken aklıma esen ani bir kararla mutfağa gittim ve buzlukta olan ama daha donmamış halde içinde su bulunan şişeyi alarak kendi odama geçtim.
Oh hanımefendiye bak. Benim yatağımda yayılarak uyuyor. Ben dışarıda mal gibi otururken.
Elime aldığım şişenin ağzını açtım ve Eylül'ün tam yüzünün ortasına getirerek küçük su şişesinde bulanan tüm suyu üzerine boşalttım. Başta bağırmasa da, kendine gelemese de sonradan toparlandı ve bağırarak ayağa kalkmaya çalıştı Eylül. Tam yataktan kalktı ki benim dağınık olan eşyalarımdan birisine basıp yeri boyladı. Dudaklarım yavaşça yukarı doğru kalkarken Eylül'ün kendini toplamasıyla tekrar ciddi yüz ifademe bürünüp Eylül'e bakmaya başladım. Eylül sinirli bir biçimde bana bakarken bağırarak konuşmaya başladı;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHSUZ KADIN
ChickLitArkamı dönmemle duvara dayanmış olan ve beni kurtarmak için dayak yemiş bulunan çocukla göz göze gelmem bir olmuştu. Çocuk hafiften sırıtırken dayanmış olduğu duvardan kendini çekti ve bir adım yaklaşıp konuşmaya başladı. "Güzel vuruyorsun." "Seni...