Apartman merdivenlerinde oturmuş öylece karşıya bakarken açılan kapının sesine karışan kalp atışlarımın sesi yankılanırken kulaklarımda, büyük bir heyecanla arkaya döndürdüm bakışlarımı. Ama tekrar tanımadığım bir insanın yüzüyle karşı karşıya kaldığımda yavaşça çektim gözlerimi. Olacak şeylerin korkusuyla kendimde bulamadığım cesaret terk ettiğinde bedenimi oturmuştum bu merdivenlere. Ona gidemeyecek kadar korkak, ondan geçemeyecek kadar da aptaldım işte. İçimde her dakika büyüyen korku kendine medeniyet kurma durumuna geldiği halde ben bir ihtimal evden çıkar diye bekliyordum onu. Dedim ya, korkaklığın sarmış olduğu bedenimi işgale uğratmamak için direniyordum hala. Belki kazanacaktım bu savaşı, belki de kaybedecek. Ancak hala ellerimde belkiler varken neden pes edecektim ki? Benim hala belki demek için bir umudum varken, neden ondan vazgeçecektim?
Gözlerimi hemen karşı ki kaldırımda bulunun ampulü kırık sokak lambasına sabitledim. Sokağın sadece burasında oluşan karanlık beni bir nebze olsun ürkütmezken soğuğun bedenime kırbaç misali çarpmasını görmezden geliyordum. Daha ne kadar bu şekilde onu bekleyecektim bilmiyorum. Karanlığıma ışık tutmaları umuduyla havaya çevirdim gözlerimi. Demek ki bu akşam yıldızlarda küsmüşlerdi bana. Bulutlar tüm karamsarlığıyla bana göz kırparken yalnızlığın çukurunda tek başıma duruyordum öylece. Önceden koşarak sarıldığım o yalnızlık ne ara acı vermeye başlamıştı böyle? Can havliyle koşarak sığındım yalnızlıktan ne ara koşarak çıkmaya can atıyordum? Ne ara dünyama almayı ısrarla reddettiğim insanları dünyama sokmak için uğraşıyordum? Hepsini geçtim, ben ne zamandan beri hayatımdaki bu soru işaretlerini çözmeye çalışıyordum? Ve, cevabını bilmediğim sorular üzerinde ne zamandan beri kafa yoruyordum? Komik. Bu sorununda cevabını bilmiyordum.
"Azra?"
Düşüncelerimden adımı duyduğumda kurtulabilmiştim. Ya da daha doğrusu, heyecanın doruklarını yaşarken beynim sıyırmıştı kendini. Yaşadığım korku örselerken heyecanımı yavaşça arkamda dikilen kişiye döndürdüm bakışlarımı. Mavi harelere hapsederken kendi kahvelerimi ruhumdan daha soğuk bir ses dokundu kulaklarıma. Öyle soğuktu ki bu ses, dışarıda esen kış rüzgarı bile bir hiç kalıyordu yanında. Sert, acımasız ve bir o kadar soğuk.
"Neden buradasın?"
"B...Ben..."
Heyecandan düğümlenen dilime rağmen hızla ayağa kalktığımda daha da sertleşti Çağan'ın bakışları.
"Her neyse neden geldiğin umurumda değil."
Oturduğum merdivenleri iki adımda aşarak yola çıkan Çağan'ın peşinden bende attım kendimi yola.
"Konuşmak için geldim."
Sözcükler ağzımdan çıktığı anda yürümeyi kesen Çağan aniden bana döndürdü yüzünü.
"Neden?"
"Seni..."
"Aşağılamalarına devam etmek için mi?"
"Çağan ben..."
"Bak, bu yolu görüyor musun?"
Parmağıyla geldiğim sokağı gösterdiğinde serte konuşmasını devam ettirdi.
"Kendine bir iyilik yap ve buradan git."
"Konuşmadan gitmeyeceğim."
"Seninle konuşmak isteyen kim?!"
"Bana kızgın olduğunu biliyorum. Lütfen, sadece birkaç dakika beni dinle. Artık seni kırmayacağım."
"Kırmak mı? Sen hala beni kırabileceğini mi düşünüyorsun?!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHSUZ KADIN
Chick-LitArkamı dönmemle duvara dayanmış olan ve beni kurtarmak için dayak yemiş bulunan çocukla göz göze gelmem bir olmuştu. Çocuk hafiften sırıtırken dayanmış olduğu duvardan kendini çekti ve bir adım yaklaşıp konuşmaya başladı. "Güzel vuruyorsun." "Seni...