Bomonti

12.6K 437 110
                                    

                  

                  

Merhaba canlar;

Okuyacağınız hikâye bir serinin dörtte biri ve bütün ayrıntıların oturması için diğerlerini de okumanız gerekebilir. Ama "Yok be hatun, bana bu kadar ayrıntı yeter, takılır giderim ben" diyorsanız, işte başlıyoruz... :)

Geri kalanı için söylüyorum. :) Seri için ilk yazılan kitap Futbolcu olup bitimiyle birlikte diğerleri de yayımlanacak. Ve parçalar hepsi bittiğinde tamamlanacak.

Sevgiyle... :)


"Ucuz roman gibi resmen" dedim.

"Hayat öyle" diye yanıtlayınca gözlerimi devirdim.

"Git zengin üvey kardeşine aşık olan kızın romanını yaz, hayat öyle falan değil. Bunların hepsi senaryo..."

"E kendisi anlattı işte" diye ısrar etti Melike.

"Kendisi daha önce hiç yalan söylemediği için inanman normal tabii" dedim arabayı iki arabanın arasına dikkatle park ederken.

Melike hemen kıkırdadı. "Aman be sen de, dedikodu bile yapılmıyor, her şeye bir kulp takıyorsun."

Güldüm ve kalem eteğimin kısıtlaması yüzünden biraz rahatsız biçimde arabadan indim. Ekibin geri kalanına yaklaştığımızda hâlâ gelmemiş birkaç kişi olduğunu öğrendik. Melike fırsattan istifade bir sigara yaktı. Hemen yana doğru çekildim. Kokusundan nefret ediyordum. Üstüme sinmesinden daha da çok nefret ediyordum.

Son iki araba da geldiğinde hep birlikte içeri girdik. Esasında mekân, takım elbiseler, kravatlar, kalem etekler ve stilettolar için çok da uygun bir yer değildi. Daha ziyade Jean pantolon ve eğer çok zorlanacak olursa şık bir babetle gelinebilirdi ama yöneticimizin kötü seçimine katlanıp rezalet bir cafede uzun, dikdörtgen masalarda kendi bölüm arkadaşlarımızdan başka kimseyi göremeyip dağıldıktan sonra kalan yaklaşık on kişiyle birlikte daha samimi ve güzel bir ortam arayışı içerisinde buraya gelmiştik.

Kafamı kaldırıp yukarıya baktım. Sık bir biçimde ağaçlar döşenmişti ve asmalarla rengârenk çiçekler ağaçlara sarılarak yukarıda mavi bir gökyüzü değil de rengârenk başka bir yapı varmış gibi her yeri çevirmişlerdi. Büyü gibiydi. Bir bardan ziyade gündüzleri oturulup Rus Edebiyatı eserleri okunacak bir yere benziyordu. Duvarlar, büyük taşlarla örülmüştü ve yaklaşık iki karışta bir tutturulan farklı renk, biçim ve büyüklükteki saksılara yer yer çiçek bazen de domates biber ekilmişti. Kesinlikle bir uyum ve senkronizasyon yoktu ama müthiş bir ahenk vardı. Her zaman gittiğimiz diğer mekânın aksine hafif ama yüksek sesli bir müzik değil, daha canlı ama normal ölçüde bir müzik seçilmişti. Bir bar için ilginç bir tercihti. Belki de numaralarını sergilemek için geceyi bekliyorlardı. Garip.

Küpeli, dövmeli, uzun sakallı ve geniş kıyafetlerinin içerisinde vücudu kaybolmuş garsonlar bizi şaşkın bir şekilde süzerek oradan oraya gidiyor ve kullanılmaktan eskimiş menüleri müşterilere veriyor ya da sipariş alıyordu.

Aslında ortama tam olarak uymuş da sayılabilirdik çünkü sanki orada olmayan tek şey, sıcaklığı ve samimiyeti bozan bir grup kravatlı adamla porselen makyajlı kadın gibiydi. Bu düzensizliğin içerisinde bizim de bir yerimiz vardı. Düzen karşıtı bu yerin amacına hizmet edecek kadar düzenliydik. Bu düşünce beni gülümsetti.

İki tane garson bizim yanımıza geldiğinde kısa bir süre nerede oturacağımız tartışıldı çünkü bar güzelliğiyle orantılı biçimde doluydu. Sonunda 'çözüm odaklı' ekip arkadaşlarımızın barın yan tarafına getirilecek birkaç masa ile sorunu çözmeyi teklif etmesi, teklifin onaylanması ve sipariş vererek geçen beş dakikanın ardından tıpkı denildiği gibi bara yakın bir yerde kurulan masalara yönlendirildik.

Sigaranın daha az içildiği masaya giderek kollarımı uzun masaya yaslayıp sohbete katıldım.

Etraftaki koşturmaca dikkatimi çektiğinde sohbetten koparak neler olduğuna baktım. Biraz önce yarı dalga geçerek düşündüğüm gibi, eğlence saati yaklaşınca ortam farklılaşmaya başlamıştı. Ellerinde çakmakla duvarlara yönelen garsonlar daha önceden fark etmediğim mini meşaleleri yakarak bir yaz düğünü havasında renklendirilen fakat değişen müzikle birlikte kesinlikle düğünden eser taşımayan bu ortamın zıtlığını daha da pekiştiriyorlardı.

Acaba bu kimin fikriydi? Işıklar değişip, sıradan bir bahçe aydınlatmasından kırmızının iddialı bir tonuna doğru geçerken ve ortama bambaşka bir hava katarken biramdan son yudumu aldım. Bu telaşlı hazırlığı izlerken fark etmeden çabucak bitirdiğim birama baktıktan sonra arkadaşların içkilerini de kontrol ettim. Hiçbiri bitirmemişti. Çantamdan cüzdanımı çıkarıp çantayı masaya bıraktım ve bara doğru yürüdüm.

Tam barın önüne geldiğimde bana çarpan bir garson yüzünden bir saniye duraksadım ve gülümseyerek 'sorun yok' dedim. Karşılıklı gülümsedik ve o yoluna gitti, ben bara yaklaşmak için adım attım.

Bu sırada duvarların kenarlarından ince ve seyyar paravanların çekilerek domates, biber ekili gerçek duvarı kapattığını ve kırmızı neon ışıkların yeni ve seyyar siyah-beyaz çizgili duvar kağıtlarında inanılmaz bir yansıma oluşturduğunu fark ettim. Masaların arasından geçerek bara doğru ilerlerken bir grup motorcunun da bara en yakın masada oturduğunu gördüm. Yalnızca beş dakika önceki çiçekli ortamda eğreti duracak bu adamların artık dekorun bir parçası olmak gibi bir işlevi vardı. Başta tanımladığım uyumsuz hava değişiyor ve asi bir yön kazanıyordu. Öncesinde uyumsuzluğun parçasıyken şimdi ortamın başkaldıran asi kızıydım sanki.

Bara ulaştığımda orada kaygısızca oturmuş bir kokteyl şişesini sallayan birini gördüm. Pek siparişle ilgilenecek gibi değildi, daha çok kendine bir şeyler hazırlıyor gibi bir hali vardı ama etrafında başka kimseyi göremeyince seslendim.

"Merhaba, bir Bomonti alabilir miyim?"

Başını kaldırdı. Ve garip bir şey oldu. Tanımlayamadığım bir şey. Bir heyecan dalgası... Sanki yaklaşan bir deprem varmış ve ben içgüdülerimle onu evvelden hissetmişim gibi... Saçmalama Selin, adam senin tipin bile değil ki!

"Alabilirsin" dedi. Sigaradan mı bilemiyorum, kısık bir ses tonu vardı. Sigaradan nefret ederdim. Eder miydim? Sanki... Nefes al kızım, nefes al! Saçmalayamaya başladın!

Birayı vermek için herhangi bir harekette bulunmadığını görünce "Verebilirsin" dedim.

Sesli bir şekilde güldü. Gülüşünün melodisi kulaklarımda çınlıyor gibiydi. "Verebilirim" dedi.

Ve yine vermek için bir girişimde bulunmadı. Ne yapıyordu? Neden yapıyordu? Ortamda farklı görünüyorum diye mi? Niye? Ve neden yaptıkları beni heyecanlandırıyordu?

"Alabilirim" dedim.

Bu defa yavaşça gülümsedi. "Bence de."

Bunu söyledikten hemen sonra sanki beklediği hamle buymuş gibi ayağa kalktı. Uzundu, gerçekten uzun...

Tezgahın altına doğru uzanıp bir bardak çektikten sonra hazırladığı karışımın kapağını açıp bardağın içine döktü ve bir de pipet ekleyerek bana uzattı. "Bunu dene."

Tıpkı neden olduğunu bilmediğim diğer hislerim gibi onunla konuşmaya devam etmek de içgüdüsel bir ihtiyaçtı. "İçine ilaç mı attın?"

Başını hafifçe sola eğdi, gözlerini kıstı ve "Bugün değil" dedi.

"Başka zaman atacağını mı söylemeye çalışıyorsun?"

Gülümsemedi. "Hayır."

"Başka zaman geleceğimi mi?"

Yüz hatları ciddi ve kesindi. "Evet."

Yüzüne birkaç saniye baktıktan sonra cüzdanımı açtım ve bir yirmilik çıkarıp tezgahın üzerine koydum. Bıraktığı bardağı aldıktan sonra da yüzüne bir kez daha, bu defa alaycı biçimde baktım ve arkamı dönüp masama doğru yürüdüm. O rastalı maviş piç, benim bu tip ergen oyunlarına meze olmayacağımı nasılsa anlayacaktı. Gelmediğimde...

Bomonti İle Van GoghHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin