İlahi bakış açısıyla yazılmış bir bölümdür...
İki kişi yeniden bir aradaydı. Kadere inanlar için bu bir tesadüf olamazdı. Birbirileri için yaratılmış olma düşüncesi yayılıyor akıllara. Beyinin erişemediği kavramlara erişmeye çalıştıkları zaman, aşırı yükleniyor beyinleri. Ve gizliliğini müdafaa etmeye devam ediyor bu birtakım olaylar.
"Senin burada ne işin var!" diyor Yılan, daha doğrusu kelimeleri tükürüyor. "Beni takip mi ettin yoksa?"
"Takip mi? Kesinlikle etkemedim! Görüyor musun, Yılan?.." Havayı yutarcasına ciğerlerine çekiyor genç adam. "İstesek bile ayrılamıyoruz. Beraber olmayı istesek kim ayır ki bizi?" Genç adamın çok tatlı bir dille konuşuyor. Ama, Yılan'ı deliğinden çıkaran tatlı dil bile yetmiyor Yılan'ın öfkesini örtmeye.
"Kes sesini!" Öfkeden yüzü kıpkırmızı olmuştu Yılan'ın. "Ben sana demedim mi bir daha seni görürsem öldürürüm diye?"
Genç adam, silahın hâlâ alnına dayalı olduğunu fark ettiği zaman, gözlerini yukarıya kaldırarak silahı izliyor. O ise çoktan bıçağını indirmişti. "Haydi o zaman! Öldür de kurtul benden! Çünkü, birbirimizi ayırmak istemeyen inatçı kaderi sonlandırmanın tek yolu bu; birimizin son nefesini vermesi!" Kendinden çok emin konuşuyordu genç adam. Sözlerinde en ufak bir şüphe yoktu.
"Yapamayacağımı mı sanıyorsun?" Dişlerini sıkarak konuşmuştu Yılan. Genç adamın cesareti, onu en ufak bir şekilde bile etkilememişti.
"Senin gibi biri için fare avlamaktan farksızdır. Neden yapamayacağını sanayım?" Genç adam bunları söylerken mütevazı bir gülüş vardı yüzünde. Korkmuyordu. Ölümden korkmuyordu. Kafasına sıkılan bir kurşunla rahatlıkla ölürdü. Bu ölüm, onun için bir "ödül" bile sayılabilirdi, acı çekmeden, ani bir ölüm... şu anki dünyada yaşayan herkes bu şekilde ölmeyi ister.
"İyi o zaman! Son duanı et!" Boşuna "Yılan" dememişti ona genç adam. Bir yılanınki gibi donuk gözler, zehirli bir dil, soğukkanlılık... Bir yılanın tüm özelliklerine sahipti.
Genç adam gözlerini yumuyor. Yılan, tetiğe biraz bastırıyor. Artık, tek bir hamle ile genç adamın beyni etrafa saçılacaktı. Ama, yine de korkmuyor. Yılan'ın kendisini öldüreceğini biliyor ama yine de korkmuyor. Şehadet şerbetini çoktan içmişti zaten.
Bir anda dışarıdan bir gürültü kopuyor. İkisi de ani bir paniğe kapılıyor. Yılan hızla pencerenin önüne gidiyor ve dışarıyı kontrol ediyor. Başını sağa sola seri bir şekilde çeviriyor. Ardından daha da paniklemiş gibi ama soğukkanlılığını koruyarak da hemen pencereden uzaklaşıyor.
Pencereye kör olan bir noktaya gidiyor ve eğiliyor. Genç adam bütün olanları merkala izliyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Dışarıdan kime ait olduğu müphem olan sesleri ifşa etmek için pencereye doğru birkaç adım atıyor. O sırada birisini, onu omuzundan yakalıyor ve yere çekerek onu sessizce çökelmeye zorluyor.
Genç adam oldukça şaşkına dönmüştü. Bir anda kendini Yılan'ın kollarında buldu. Genç adam ağzını tam açtığı sırada, Yılan ani bir refleks gibi genç adamın ağzını eliyle kapattı. Yılan'ın davranışlarından mühim olayların döndüğü çok aşikâr. Genç adam oldukça memnundu bulunduğu durumdan. Ama Yılan, oldukça tedirgin idi. Fakat genç adamın umurunda olduğu pek görülmüyordu.
Hırlamaya benzeyen sesler kesilmeye başlıyor ve giderek boğuluyor. Ardından feryat sesleri gidiyor ve yerini ayak seslerine bırkıyor. İlk olarak yürüyen kişinin, şeyin nereye doğru yürüdüğü pek belli olmuyor. Ama bir süre sonra ayak seslerinin giderek uzaklaştığı anlaşılıyor. Yılan, uzun süre tuttuğu havayı bırakıyor. Ardından genç adamla bulunduğu durumu görünce hemen genç adamın ağzından elini çekiyor ve onu kollarının arasından itiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...