"Aman Allah'ım! Yoksa onlardan birine mi dönüşeceğim?" diyor Yılan. Neden böyle panik yaptığını idrak etmeye başlıyorum.
"Sakin ol. Onlardan biri falan olmayacaksın," diyorum.
"Nerden biliyorsun?"
"Çünkü benim başıma da geldi..." diyerek uzun zaman önce bir radyonun ısırdığı kolumu gösteriyorum. Yılan, kalıcı yara izlerini görünce rahatlıyor ve aynı zamanda sanki içine bir hüzün düşüyor. "Yine de önemsenmeyecek bir şey değil," diyerek çantamı yere koyuyorum ve çömelerek çantamı karıştırmaya başlıyorum. "İşte burda!" diyerek elimdekileri Yılan'a gösteriyorum.
"O da ne?" diyerek gözlerini kısarak elimde tuttuğum iğneyle ipe bakıyor. Bir müddet sonra elimdekilerinin ne olduğunu anladıktan sonra "dikiş mi atacaksın?" diyor şaşkınca.
"Öyle bir yarayı sarmak yetmez. Hem korkma, canın o kadar yanmaz," diyorum Yılan'ı sakinleştirmeye çalışıyarak.
"Korkmak mı?" diye atılıyor hemen. "Korkmaktan değil, bu işi becereceğini düşünmüyorum." Yılan her zamanki gibi sert kız rolünü oynuyor. Aslında oynamak ta zorunda. Artık bu Dünya korkaklara göre bir yer degil.
"Sen hiç endişelenme. Bu işte çok iyiyimdi," dedikten sonra Yılan oflaya puflaya kolunu bana uzatıyor. Ne de olsa bu işi benden başka yapacak kişi yok... Yılan'ın kolunu iyicene kavradıktan sonra iğneyi Yılan'ın derisine yaklaştırıyorum. Yılan'a dönüp, "ısırmak için sopa veya bez parçası ister misin? Acıyı bastırmak için..." diyorum.
Yılan başını sallayarak, "hayır, yalnızca çabuk ol," diyor. Ben de başımı sallayarak onayladıktan yeniden Yılan'ın koluna odaklanıyorum. İğneyi titizlikle ama bir o kadar hızlı bir şekilde Yılan'ın derisine geçiriyorum. Geçirmemle Yılan'ın kolu acıyla titremesi bir oluyor. Yılan'ın kolunu daha çok sıkarak işime devam ediyorum. İğneyi her Yılan'ın derisine sapladığımda Yılan'ın acıyla titreyen kolu daha şiddetli titremeye başlıyor. Kullandığım iğne küçüktü ama bu yaralar için kullanılan dikiş iğnesi olmadığı için oldukça acı verdiriyor.
Bu işin çabucak bitnesini istediğim için daha hızlı davranmaya çalışıyorum ama dikkatli bir şekilde. Yılan'ın derisinden geçen iğne, ardında kanlı bir delik bırakarak ilerliyor. Bu sefer Yılan'ın titreyen kolunun yanı sıra Yılan'ın güçlükle bastırdığı acı dolu haykırıştan gelen inlemeleri işitmeye başlıyorum. Arkama dönüp Yılan'ın ne durumda olduğunu kontrol etmek istiyorum ama bunun yerine dikiş atmaya devam ediyorum. Son anlara yaklaştıkça Yılan, bastırdığı haykırışları daha fazla tutamıyor ama neyse ki dikiş işlemi de bitiyor.
Arkama dönüp Yılan'ın durumu kontrol ediyorum hemen. Yılan'ın yüzü yere düşmüştü, kolunu daha doğrusu dirseğini sımsıkı tutuyordu ve kesik kesik gelen ağzından soluduğu havayı rahatlıkla işitebiliniyor.
"Üzgünüm..." diyebiliyorum sadece. Aslında üzgün falan değilim, sonuçta ona büyük bir yardımım dokundu ama hep filmlerde falan olur ya... Birbirini seven insanlar lüzumsuzca birbirinde özür diler, "üzgünüm" gibi laflar kullanır, ordan geldi içimden bunu söylemek.
"Neden aptalca davranıyorsun," diyerek başını bana kaldırıyor. "Her halikarda bu acıyı çekecektim ama doğrusu bu senin yüzünden oldu! Senin aptalca planın yüzünden yaralandım!"
Bu sözleri hiç beklemiyordum. Hele ki bu işi de benim kusurlu (!) planımla bağdaştırması ayrı bir konu... Ensemi kaşıyarak mırıldanmaya başlıyorum. Yılan ise bir müddet daha dizileri yere çökmüş vaziyette yerde kaldıktan sonra ayağa kalkıyor. Sanırım acının dinmesini bekliuordu.
"Haydi gidelim," diyerek yola koyalacağı sırada,
"Belki de motorsikleti düzeltip onunla gidebiliriz," diyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Ciencia FicciónEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...