Şaşkınlıkla bana bakmaya devam ediyor. En sonda kendine gelmiş olsa gerek, kaşlarını çatıyor; iki kaşı birleşiyor sanki. Sıyırdığı pantolununu eski haline getirerek bacaklarını örtüyor. Çantasını ve kemerini aldıktan sonra, yerden üç metre yüksekte olan daldan atlıyor.
Bunu yapacağını hiç tahmin etmemiştim. Hızlı adımlarla yürümeye devam ederken, ben de atlıyorum ama onun gibi direkt değil; bulunduğum dal daha yüksekte olduğu için öncelikle kollarımla sarkıyorum. Yerle olan mesafemi kapattıktan sonra dalı tutan ellerimi bırakıyorum. Ve yere iniş yapıyorum.
Hızla kızın arkasında koşuyorum. Bir yandan da sesleniyorum. Ama beni umursamıyorum. Beni görmezden gelerek hızlı adımlarla yürümeye devam ediyor. Onu durdurmak için dirseğini kavrıyorum. Onu kendime çevirerek bana bakması için zorluyorum.
"Nereye gidiyorsun böyle?" diye soruyorum. Onun gözlerinin içine bakıyorum. Benim gözlerimde uzun yıllardır bir insan gördüğüm için şaşkınlık ve hayret var. Ama onun bakışları çok soğuk ve boş. Ani bir haraketle dirseğini kurtarıyor ve önüne dönerek yürümeye devam ediyor. "Neden böyle yapıyorsun, kız?" diye bağırıyorum.
Nihayet duruyor ama sırtı bana dönük. "Bana..." Yavaşça bana doğru dönüyor. "'Kız' diyip durma!" Sesi yüreğime korku ile işliyor. Gözlerinde kaynayan öfke var. Beni parçalayacakmış gibi duruyor. Karşımda duran kişi, bedenimin her bir hücresine kadar titremesine neden oluyor.
Sakinliğimi korumaya çalıyorum. "O zaman bana ismini lütfeder misin?" Bir şey demeden bana bakmaya devam ediyor. Mimiklerinde en ufak bir değişiklik yok. Mütamadiyen öfkeden patlayacakmış gibi olan bakışlarını muhafaza ediyor. Sabırla beklemeye devam ediyorum ama boşuna beklediğimi anladığım zaman "peki," diyorum. "Sana... 'Kara Kartal' diyeyim..." mırıldanıyorum. "Yok. Bu olmadı. 'Kara Prenses?' Yok! Hmm..." Bir anda adeta başımın üstünden bir ampul yanıyor. "Yılan..." diye tıslıyorum.
Hâlâ ifadesiz bakışlarla bakmaya devam ediyor ama sanki... Bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu. Gözlerindeki o öfke alevleri sönüyor. Onun yerini alaycı bakışlara bırakıyor. "Salak mısın?" diyor. Aslında konuştuğu için çok mutlu olmuştum. Nihayet gelişme gösteriyorduk. Ama bunu, Yılan'ın yüzüne vurmak istemiyorum. Yoksa asla konuşmayabilirdi. Ona "Yılan" demekten çok hoşnut duymuştum ama o değildi. Aslında her zamanki hali olduğunu düşünüyorum.
"Beğenmedin mi?" diyerek kaşlarımı yukarıya kaldırıyorum. "Başka isimler de bulabilirim." Pek konuşmayı seven birisi olmadığını anlıyorum.
Sırtını yeniden bana dönüyor ve yürümeye devam ediyor. Benimle konuşmayı lüzumsuz bir şeymiş gibi görüyor. Oflayarak peşinden koşuyorum. Ona yetişeceğim anda, bana dönüyor ve karnıma bir yumruk geçiriyor. İşte bunu hiç beklemiyorum ama nedense hoşuma gitmişti onun yumruğu. Okşamıştı sanki beni, ama kendi yöntemleriyle herhalde. 'Ah' diye inliyorum. Ve darbeyi iyen yeri okşuyorum. Aslında canım o kadar yanmamıştı, sert karın kaslarımın sayesinde. Sadece rol yapıyordum. Fakat ne için rol yaptığıma anlam veremiyorum. Darbenin etkisiyle yüzüm yere düşüyor. Ama yeniden yüzümü kaldırıyorum ve Yılan'ın yüzüne bakıyorum tebessümle.
"Vaov... dişli bir dişi Yılan," diyorum şakadan. "Ha?" Aslında. Bir Yılan'ın dişsiz olması oldukça saçma olur.
Onu güldürmek istiyorum ama aksini yapıyordum. Gözbebekleri öfkeyle küçülüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Ciencia FicciónEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...