Yılanın Ağzından
Avucumda sıkı sıkı kavradığım fısıltıyla kurtuluşuma doğru yürüyorum. Diğer elimde olan pusulayla güneyi bulup o yöne doğru ilerliyorum. Birkaç ay önce o lanet olasıca yerden ayrıldığımda fısıltıyı bulup kurtulacağımı hiç düşünmezdim ama umudumu da asla yitrmedim. Ve şimdi fısıltıyla beraber Notfall Örgütü'nün karargahına doğru ilerliyorum.
Bunu kabul etmeliyim ki benim hayatımı kurtaran kişi Amir oldu. Eğer onunla karşılaşmamış olsaydım fısıltının yanından bile geçmezdim. Her ne kadar Amir benim hayatımı kurtarmış, bana büyük yardımları dokunmuş olsa da, onu yanımda dolaştıramam. Onu böyle bir tehlikeye atamam. Her ne kadar benim peşimden gelmemesini çalışsam da beni dinlemedi, sürekli olarak peşimden geldi. Ondan bu şekilde ayrılmayı hiç istemiyorum ama buna mecburum. Notfall'a onu da bulaştıramam. Umarım bana kin beslemez...
***
Yürümekten ayaklarım şişiyor. Ama neyseki karargaha varıyorum. Notfall Karargahı yerin altında kurulmuş bir karargah; daha doğrusu sonradan yere gömüldü bu kıyamet olaylarından falan sonra. Sonradan eklenen büyük çelik kapıyq tıklıyorum. Bir süre sonra açılan küçük bir boşluktaki bir çift gözle karşılaşıyorum.
"Sen kimsin?" diyor o gözlerin sahibi.
"Yılan..." başımı sallayıp düzeltiyorum lafımı: "yani Amara, fısıltıyı bulmak için görevlendirilenlerden biri."
O küçük penceremsi boşluk kapanıyor ve büyük kapı açılıyor. Elindeki keleştikofla kapıdaki nöbetçi görünüyor. "Beni takip et," diyor nöbetçi. Ben de onun peşine takılıyorum. Aşağıya uzanan merdivenlerden inip geniş koridorlardan geçiyorum. Koridorlar iri yarı erkeklerle dolu. Bazıları ellerindeki keleştikoflarla oynuyor, bazılar bir şeyler yiyiyor; daha doğrusu kemiriyor...
Bütün bu erkeklerin arasından geçtiğimde etraftaki uğultu kayboluyor ve herkes uğraştığı işi bırakıp bana odaklanıyorlar. Herkes beni yiyecekmiş gibi bakıyor. Sanki her an hepsi üstüme çullanacakmış gibi hissediyorum ama bu neyse ki bu korkum yerini bulmuyor.
Bir yerde duruyoruz. "Efendim, görevlilerden birisi geri döndü," diyor nöbetçi yan odadaki kişiye.
"Ne!" İçerdeki kişinin sesi hiç yabancı gelmiyor: Cem! Ve yan odadan fırlayıp beni şaşkın gözlerle süzüyor, Cem. "Vay... Amara? Bunu başaracağına hep inanıyordum," diyor mide bulandırıcı sesiyle. Bir süre sonra yan odadan bir kadın çıkıyor. Doğrusu neredeyse üstüne olmayan sütyeninden anlaşılan iri göğüsleri olmasa bu kadını erkek sanırım. Bütün yüzünü kaplayan demir parçaları ve bedenini bir resim tablosuna çeviren dövmeleri, kısacık mavi saçları ve sert bakışlarıyla bu kişinin kadın olmasına inanmak pek mümkün değil.
O kadın Cem'e sokulup erotik duruşlar sergileyip, sigara dumanını üstüme üfleyip: "Bu velet mi başardı koskoca adamların başaramadığı işi?"
Bana olan sözlerine karşılık sakinliğimi korkuyorum. "Kendine daha iyi bir orospu bulmanı beklerdim Cem. Bir erkeği kıza çevirerek ondan zevk alman çok tuhaf. Bunu gören erkeğin kamışı sertleşeceğine yumuşar." diyorum başımı sallayarak.
"Sen ne diyorsun kah..." Kadın fırlayıp bana saldıracağı anda Cem onun kolundan tutup kuvvetlice geriye itiyor. Kadın ise dengesini kaybedip yere düşüyor. Doğrusu hiç beklemediği bir yerden tekme yiyor.
"Ne yapalım Amara..."Cem üstüme doğru yürüyüp etrafımı turlamaya başlıyor. "Senin gibi bir hırçını dize getiremedik. Biz de bunlarla yetiniyoruz." Soluğunu boşaltıp beklediğim soruyu soruyor: "Neyse, fısıltıyı alabilir miyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...