Radyon hızla buraya geliyor. Ben ise panikten ne yapacağımı şaşırıyorum. Silahta iki kurşun kaldı, iki kurşunla radyonu öldürebilir miyim ki? Bu yay kullanmaya hiç benzemiyor. Yılan ise arka taraflarda bir şeyler karıştırıyor. Ve o sırada "Aha! Buldum!" diye bir mutluluk çığlığı atıyor.
"Ne? Ne buldun?" diyorum heyecanla.
"Bir el bombası... Saldırı tipi el bombası. Kapıdan uzaklaş. Bırak gelsin, geldiği gibi patlatacağım onu!"
Yılan'nın bunu demesiyle hemen onun yanına gidiyorum. Onun yanında gittiğimde Yılan, bombanın kolunu sıkarak pimi çekiyor.
"Ne yapıyorsun? Daha çok erken!" diyerek telaşlanıyorum.
"Sakin ol! Kolu bırakmadığım sürece patlamaz!"
"Ahh? Öyle mi?" Büyük bir huzur geliyor...
"Ama yine de bir yere saklan. Şarapnel etkisiyle bir şey olmasın sana."
"Şarap ne?" Ve gülümseyerek: "Demek bana bir şey olmasını istemiyorsun?" diyorum kendimi sıratmamak için zor tutarak.
"Ne alakası var lan? İstersen mal gibi dikil burda, öl, geber, umrumda mı sanki!" diyor Yılan öfke kusarak.
"Taman tamam... Bir şakayı bile hazmedemiyorsun ya..." Ve lafımı bölen o ses. Kapıya şiddetli bir darbeyle yamuluyor. Yılan bombayı o sırada kapının dibine yuvarlayıp arkasına doğru koşmaya başlıyor. Ben de aynı şeyi yapıyorum ve bir kolonun arkasına saklanıyorum. Kapının yerinden çıktığını anlatan bir ses duyuluyor ve sonra da radyonun kükremesine karışan bir patlam sesi. Patlama oldukça kuvvetliydi. Kulağım çınlamaya başlıyor ve bir yandan da başım zonkluyor.
"Hey hey..." Başlarda oldukça kötü gelen Yılan'ın sesi giderek netleşiyor ve başımı kaldırdığımda o güzel ama bir o kadar da sert yüzle karşılaşıyorum.
"O neydi öyle ya? Başım patlayacak neredeyse!"
"Mızmızlanmayı kes. Sanırım onun işini hallettim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...