Amir gülümseyerek "Nedense bu sözler bana hiç yabancı gelmedi?" diyor.
Ben de tebessümle karşılık veriyorum. Bir süre öylece bakışıyoruz. Bana karşı çok iyi davranan böyle bir insana nasıl bu kadar kötü davranabildiğime hayret ediyorum. "Bana kızgın falan değilsin, değil mi?"
Amir yüz ifadesini değiştirerek "Bunu nerden çıkardın şimdi?" diye soruyor.
"Eskiler işte... Seninle geçirdiğim zaman boyunca sana kötü davrandım."
"Ah... Dert etme. Benim için yapmışsın zaten."
"Evet ama..." Soluğumu boşaltarak devam ediyorum: "Çok saçma bir yöntem olduğunu düşünmeye başlıyorum..."
"Artık bu konuyu kapatalım! Ben sana kızgın falan değilim," diyor Amir lafımı bölerek. Bundan sonra etrafa bir sessizlik hakim oluyor. Kısa süreli sessizlik bana Amir'in yaralı olduğunu hatırlatıyor.
"Sen yaralıydın! Üstündekileri çıkar hemen. Yaraya bakmam lazım," diyerek Amir'in doğrultuyorum ve ceketini çıkarması için ona yardım ediyorum, daha doğrusu zorluyorum.
Amir "Gerek yok!" dese de elimden kurtulamıyor. Ceketini çıkartıp kanlı tişörtünü de sıyırdığımda etrafını açık kırmızı kana bulamış koyu kırmızı renginde bir çukurla karşılaşıyorum. Bir süre yarayı öylece izliyorum. Açıkçası ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok.
"Keşke senin kadar tıp bilgim olsaydı. O zaman bir şeyler yapabilirdim. Üzgünüm..."
"Üzülme. Tıp hakkında pek bir bilgin olmayabilir ama bana ciddi manada güç veriyorsun."
Ve Amir bunları söyledikten birkaç saniye sonra kulağıma birtakım sesler geliyor. "Şştt! Bir şeyler duyuyorum."
Çok sessiz bir şekilde arkamızdaki duvarın arkasından etrafı inceliyorum. Ve eli silahlı üç kişiyi görüyorum. Birisinin elinde tabanca, birinin elinde iri bir pala ve sonuncusunda ise bir balta var. Birisi sürekli olarak yeri inceleyip duruyor. Bu tavırları onun bir şeyin izini sürdüğünü gösteriyor. Aklıma ilk gelen şey bizim peşimizde olan Notfall! Ama Notfall olsa ellerinde tabanca ve kesici aletler değil, piyade tüfekleri olurdu.
"Notfall mı?" diyor Amir fısıldayarak.
"Sanmıyorum... Bunlar başka insanlar."
Elinde baltan olan adamın yüzünü gördüğümde şaşkınlığımı koruyamıyorum... Sol gözünden geçen o derin yara, bu kısa saçlar, sert bakışlar, etrafı aydınlatan mavi gözler... Bu "Kaan!"
"Sessiz olsana! Ne bağırıyorsun!" diyor Amir. Sanırım Kaan'ın adını yanlışlıkla sesli söyledim. Ama bunun herhangi bir önemi yok.
Kaan ve yanımdaki diğer iki kişi bana dönüyorlar. "Kimsin? Saklandığın yerden hemen çık! Yoksa..."
"Durun!" diye bağırıyorum. Ellerimi havaya kaldırıp kendimi gösteriyorum. Kaan beni gördüğünde hemen beni tanıyıveriyor. Öncelikle onun yüzünde bir şaşkınlık ardından bir tebessüm beliriyor.
"Amara?" diye bağırıyor Kaan.
Kısa bir süreli sessizlikten sonra yanındaki adam "Onu tanıyor musun?" diye soruyor.
Kaan o adama dönerek "Sen tanımadın mı? Amara bu!" diyor Kaan. Bir süre sonra Kaan'ın yanındaki adamların ikisi de bana doğrultukları silahları indiriyorlar.
"Hımm... Çıkaramadım doğrusu," diyor elinde tabanca olan adam. Bu sırada Kaan bana ulaşıp sımsıkı sarıyor beni kuvvetli kollarıyla. En güvenli olduğum yerlereden birisindeyim işte...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...