Yandı |9|

176 17 12
                                    

Çatırdayarak yanan ateşten başka bir şeye bakmıyordu Yılan. Yaklaşık yarım saat boyunca ruhsuz bir şekilde ateşi izlemişti. Ben de o sırada vurduğum kuşun derisi yüzerek parçalara ayırmış, ateş yakmış ve bulduğum sivri sopalara et parcalarını şişlemiştim.

O ateşi, ben de onu izlemeyi mütamadiyen sürdürüyoruz. Elbette ki bu ebediyen sürüp gidecek bir şey olmadığı için, zamanı geçiştirmek için konuşmaya başlıyorum: "Kuşta pek fazla et çıkmadı ama bizi bu günlük hayatta tutar."

Elimde duran; sopaya şişlenmiş etleri, ateşin yanına sabitliyorum. Eski zamanlardan tecrübe edinmiştim bunu. Bir keresinde pişirmek isteğim eti, ateşin üstüne tutmuş ve eti yakıp kül etmiştim. O zamandan beri yemeği ateşin üstüne koyuyorum. "Çok aptal biri olduğunun farkında mısın?" diyor Yılan.

Gözlerimi onun yeşil gözlerine çevirerek kilitliyorum. Bu tür bir cevabı beklemiyordum, onun ne kast ettiğini de anlamıyorum. "Ne demek istiyorsun?" diye soruyorum.

"Sana asla aşık olmam. Bu da seninle asla öpüşmeyeceğim anlamına geliyor. Avucunun içine geçen bir fırsatı değerlendiremedin."

"Bağışlayanı 'aptal' olarak görüyorsunuz..." diyerek başımı olumsuzca sallıyorum. "Seni dudaklarına yapışabilirdim ama bunu istemediğin müddet, ben nasıl zevk alabilirim?" Sözlerimi harfi harfine içtenlikle söylüyorum. Yılan'da en ufak bir şaşkınlık görmüyorum, sadece düşünceli bir şekilde dişlerini birbirine sürtüyor. Tam ağzını acmıştı ki ben konuşmaya devam ediyorum: "Ayrıca aşık olacağımızı değil, sevdalı olacağımızı söyledim."

Bir müddet bana baktıktan sonra soğukkanlılıkla cevap veriyor: "Aşık olmak ile sevdalanmak arasında ne gibi bir fark var ki?" diyor biraz küçümser bir ses tonuyla.

Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan cevap veriyorum: "aşk nefsin yettiği kadardır, sevda ise nefesin yettiği kadar." Söylediklerimi işitir işitmez gözbebekleri az da olsa irileşiyor. Fakat çehresinde herhangi bir değişiklik olmuyor.

Gözlerini devirip, "ahh! Boş versene!" diyerek bu konuyu kapatmaya çalışıyor. Onun bu davranışı bana eski birini hatırlatıyor. Bu olayların başlangıcında karşılaştığım biri. Aklıma 'acaba bu o mu?' diye bir soru takılıyor ama bu mümkün değil, onun ölümünü, gözlerimle gördüm, onun çığlıkları bazen rüyalarımda hâlâ yankılanıyor. Tam ağzımı açıp düşüncelerimi Yılan'la paylaşacaktım ki, burnuma bir koku geliyor. Kokuyu hissetiğim zaman birkaç kere sertçe havayı içime çekiyorum.

Jeton biraz geç düşüyor ve kaslarımı yay gibi fırlayıveriyor. Ağzımdan bir çığlık fırlıyor: "Eyvah! Etler yandı!

Telaşla yere sapladığım sopaları ateşten uzaklaştırıyorum. Sanki etler alevlenmiş gibi geldi bana ve onları söndürmek için delice sallamaya başlıyorum sopları. O sırada Yılan'ın kıkırdaması beni kaskatı kesilmeme neden oluyor. Sadece başımı hareket edebiliyor, o da Yılan'a doğru çevriliyor istem dışı olarak. Başı yere düşmüş usulle sağa sola başını sallayan, toprağa bakıp bakıp kıkırdayarak gülen Yılan'ı hiç böyle gördüğümü hatırlamıyorum. Herhalde düştüğüm durumu gülünç bulmuştur...

Bir müddet sonra onun gülüşü bana da bulaşıyor. Ve ikimiz delice gülmeye başlıyoruz. Yılan aniden gülmeyi kestiği zaman ben de kesiyorum gülmeyi. Başı yukarıya kalkıyor ve bana bakmaya başlıyor. İlk defa Yılan, benim gözlerimin içine kinle bakmıyordu... Nasıl bir duyguyla baktığını anlamam da pek kolay değil.

Yılan'ın bakışları benden ayrılıyor ve yeniden yere bakmaya başlıyor. Birkaç dakika önce sessizliği bozan kahkahalarımız, şimdi sessilik tarafından boğulmuştu. Ellerimde kalan etleri fark ettiğim zaman sopanın birini Yılan'a uzatıyorum. Yılan, uzatmış olduğum sopayı görünce bana tekrardan bakıyor. Ağzı hafiften aralanıyor, bir an bir şey söyleyeceğini sanmıştım, hatta söyleyecekti ama sonradan bundan vazgeçip sessizce sopayı elimden aldı.

KIYAMET FISILTISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin