"Öyle mi Bay Çılgın! Peki nasıl aşağıya inmeyi planlıyorsunuz," diyor Yılan ses tonundan alayı eksik etmeden.
Feneri asansör boşluğunun duvarlarına tutuyorum. Oldukça çıkıntılı olması, aşağıya inmemize imkan veriyor. "Elbette atlayarak." Verdiğim cevap karşısında Yılan'ın siması oldukça enteresan bir hale geliyor. Bu hafiften kıkırdamama neden oluyor. "Şaka şaka... Aşağıya doğru uzanan o kadar çıkıntı ve oyuk var, onlardan yararlanarak aşağıya ineceğim."
"Peki ya ben?" Dikişlerinin patlamış olduğu kolunu göstererek: "bu halde nasıl aşağıya inebilirim?"
"Sen sırtıma tutun yeter. Ben ikimizi de indirebilirim."
"Ne?" Yılan'ın kaşları yay gibi yukarıya fırlıyor. "Kesinlikle olmaz!" diyor sert bir sesle.
"Neden?.." diye sorarken bazı cisimlerin yere düşme sesi kulaklarımıza erişerek irkilmemize neden oluyor. İkimiz de sesin geldiği yere odaklanmış olsak ta bir şey göremiyoruz. "Hadi Yılan! Her an Pençesiz gelebilir!" diyerek asansör boşluğundan inmek için hazırlanıyorum, sırtımdaki çantayı göğsüme alarak Yılan'ın sırtıma tutunmasına olanak veriyorum. Ben inmeye hazır oluyorum lakin Yılan hâlâ inatla dikilerek dik dik bana bakıyor. Neyin inadını yaptığını bile anlamış değilim, ah şu kadın milleti! Şu anda çekip gidebilirim, ama Yılan bunu umursamıyor. Belki de çekip gidemeyeceğimi bildiği içindir. O beni ne kadar kovsa da gitmemiştim, şimdi ise kendi irademle gitmem oldukça saçma olurdu. "Hadi!" diyerek Yılan'ı bir kez daha uyarıyorum.
Ve uzun bakışmalardan sonra nihayet Yılan yanıma geliyor. Onun sırtıma geçmesi için sırtımı ona dönüyorum. Bir süre sonra omuzumun üstünden geçip görüş alanıma giren bir kol beliriyor. Bir süre sonra da göğsümle çantamın arasında oldukça çekingen bir şekilde, bana temas etmek istemeyen bir kol hissediyorum. Yılan bana tutunmuyor, buna kesinlikle tutunmak denmez.
Asansör boşluğunda inmeye başladığımda nihayet tutuyor beni. Onun sakin nefesini ensemde hissetmek oldukça hoş. Ama nefes alışları öylesine yavaş ve zayıf ki... Yılan'ın bu şekilde nefes alarak oksijensizlikten boğulmaması oldukça tuhaf.
El fenerni ağzımdan tutarak ilerliyorum. Soğuk metalin tadı ağzıma gelince açlıktan uyuşmuş midem canlanıyor, iyecek bir şeyler istiyor. Midemin isyanını bastırmaya çalışırken birden ayağımı nereye koyduğuma dikkat edemiyorum ve ani bir şekilde aşağıya çekiyor beni yer çekimi. Yılan'dan tiz ve kısa bir çığlık çıkıyor, ama beni asıl heyecanlandıran şey düşme korkusu değil, Yılan'ın sıkı sıkıya beni kavraması oluyor. Neyse ki diğer bacağım ve kollarım bizi aşağıya düşmekten kurtarıyor. Yan yatmış bedenimi toparlayarak Yılan'a "iyi misin? Aşağıya düşmedin ya?" diye soruyorum. Yılan hâlâ şoktaydı, bana sıkı sıkı sarılıyordu ve bunu kesmesini de istemiyorum. Hep böyle sarılsa. Hatta sarılışını gevşetirse yeniden düşecekmişim gibi yapıp bana sıkı sıkı sarılmasını için mecbur bırakabilirim. &&&
"Ne yapıyorsun mal!" Yılan'ın verdiği cevaptan ne halde olduğu oldukça aşikar. Aşağıya inmeye kaldığımız yerden devam ediyorum. En dibe geldiğimizde fenerle etrafı inceliyorum ilk önce. Zaten normalde oldukça dar olan asansör boşluğu, en dipte bulunan ve asansörün düşmesi ihtimalinde çarpışma şiddetini en aza indirecek olan koca koca dört tane yay, alanımız iyice daraltıyor. El feneriyle zemin katın asansör kapısını aydınlatıyorum. Kapıya biraz yüksekteydi fakat erişmek öyle zor değildi. Asıl sorun ise kapıya ulaşmakta değil, onu açmak. Normalde asansör kapıları zorlanınca açılır fakat böyle pasla mühürlenmedikleri sürece. Zemini biraz daha inceliyorum. Çer çöp dolu, biraz gezindikten sonra metal bir çubuk görüyorum. "Eee? Nasıl çıkacağız buradan?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...