"Hadi ama... İşin daha bitmedi mi?" diyorum kasvetle. Yılan altı üstü elbiselerindeki toprağı temizleyecekti. Saatlerce beklememe rağmen Yılan henüz işini bitirmemişti. Hastanenin dehşet verici koridirlarında hapsoldum Yılan sayesinde. Kapıya yaslanmış bir vaziyette, elimle saçlarımı karıştırıyorum. Zamanın tükenmesini beklemek oldukça sıkıcı. Ve o esnada kapı gıcırdayarak açılıyor ansızın. Sırtımı yasladığım kapı açıldığında normal olarak dengemi kaybediyor ve yüz üstü yere kapaklanıyorum.
Gözlerim tavana kayarken Yılan'ı da görüyorum. Eski halinden hiç eser kalmamış. Teni eskisi gibi beyaz ve parlak. "Sabret biraz. Gebermezsin..." diyor Yılan.
Ayağa kalkıyorum ve üstümü sirkeliyorum. Sonra da odanın içine girerek boş boş dolaşmaya başlıyorum. Pencernin önüne geldiğimde duruyorum ve camın ardındaki kumu izleyerek soruyorum: "Peki ya şimdi ne yapacağız?" diyerek iç çekiyorum.
"En başından beri yapmaya çalıştığımız şey: Fısıltı enerjisini bulmak!"
Derin bir iç daha çekerk Yılan'a dönüyorum. "O lanet olasıca enerji ne yapacaksın? Aklın fikrin onda," diyerek Yılan'ın üstüne yürümeye başlıyorum. Yılan da bana karşılık üstüme yürüyor.
"Neyin peşine düşeceğimi sana mı soracağım?" diye tıslıyor. "Seninle bir antlaşma yaptığımızı unutma. Sonsuza kadar beraber yaşayıp, mutlu ve huzurlu bir aile olacağımızı mı sanıyorsun yoksa!" diyor Yılan sinirli bir şekilde.
"Henüz olmadık mı? Başımızdan geçen olayları bir hatırla istersen. Antlaşmaya sadık kalan iki kişiden fazlasını yaptık!"
Yılan başını sallayarak: "Hayır... yapmadık. Sen sadece aklında uçuşan aptalca hayalleri bana söylüyorsun."
Gözlerimi hafifçe yumup: "Hayaller, hayatın özü değil midir?" diye soruyorum.
Yılan bana bakıyor ama yanıt vermiyor. Başını sallayarak sırtını bana dönüyor ve odanın başka bir köşesine çekiliyor. Bence hayaller, hayatın özü. Hayallerin olmadığı bir hayat, ruhsuz ama yaşayan bir bedenden farksızdır. Tıpkı radyonlar gibi... O nedenle hayaller asla küçük görülmemeli.
"Hazırlan, birazdan gideriz," diyorum. "Ama ondan önce bana anlatman gereken pek çok konu var."
Yılan başını bana çevirerek: "Neymiş o anlatmam gereken bazı şeyler?" diyor kinayeli bir şekilde.
"Kesiciler..."
Ve ağzımdan çıkan kelimelerden sonra oda sessizliğe bürünüyor. Yılan bana anlayışlı bakışlarla bakarak başını olumlu bir şekilde sallıyor.
"Anlatacak pek fazla bir şey yok. Onlar yağmalayıcı, haydut, serseri bir çeteden başkası değiller."
Yılan'ın verdiği yanıt akla yatıyor fakat aklımda pek çok uyuşmayan sorunlar vardı. Yılan, bu Kesicileri daha önceden de tanıyor, hatta çok iyi tanıyor. Ayrıca silahları, araçları, hatta sembolleri bile olan bir çete varsa, hayat daha devam ediyor. Bizden başka daha çok kişi var bu dünyada. Ve Yılan, bunların çoğunu tanıyor gibi.
"Ben hazırım." Yılan, çantasının kollarını omuzlarına geçiriyor. "Hadi gidelim," diyor. Ben ise daha aklımda uçuşup durun düşüncelerin etkisindeydim hâlâ... Neyse ki bu uzun sürmüyor ve idealar dünyasından ayrılıp gerçek dünyaya dönüyorum.
İstikametimi kapıya yöneltiyorum. Hastanenin dehşet verici koridirlarında ilerlemeye başlıyorum. Kafamdaki düşüncelerden tam anlamıyla kurtulamadığım için etrafıma dikkat etmiyorum. Yılan'ın da peşimden gelip gelmediğini kontrol etmek amacıyla başımı arkaya çeviriyorum. O esnada arkamda olan Yılan, bakışlarını bana odaklıyor. Onunla göz göze geldiğim anda yeniden önüme dönüyorum. Merdivenlere ulaştığımız esnada birer birer tırmanmaya başlıyoruz. Ta ki en üst kata ulaşana dek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...