Cebimden yarısında kadar dolu olan sigara paketimi çıkarıyor ve bir dal alarak dudaklarımın arasına yerleştiriyorum. Ardından Yılan'a da bir dal alması için ona doğru uzatıyorum. Ona uzattığım kutuyu fark edince önce sigara kutusuna sonra da bana bakıyor. Bakışlarını sertleştiriyor ve bunu "hayır" olarak algılayıp ikram ettiğim sigarayı geri çeviriyorum.
"İçmez misin?" Paketi bir yandan cebime koyuyor, diğer yandan da çakmağımı çıkarıyorum. Çakmağın tutuşması için bir elimi siper ederek çakmağı koruyorum. Ve birkaç kıvılcımdan sonra çakmak tutuşuyor. Tutuşan çakmaktan sonra üstünde tuttuğum sigaram da tutuşuyor. Arkamdaki kayaya yaslanıp derincene bir nefes çekiyorum sigaradan.
"İçme..." diyor Yılan. Öyle sert bir şekilde değil. Fakat pek nazik olduğu da söylenemez. Dudaklarımdaki sigarayı parmaklarımın arasına alıyorum ve önümdeki boşluğa doğru üfleyerek ciğerlerimdeki sigara dumanını salıyorum.
"Neden ki?" Sigaramı yeniden dudaklarımın arasına yerleştirerek, usulce içmeye devam ediyorum.
Yılan yüzünü bana yavaşça dönerek, "sigara seni yavaş yavaş öldürür!" Bu lafları Yılan'dan hiç beklemezdim. Zira insanların hayatını, hele ki benim hayatımı umursayan birisi değil idi.
"Benim acelem yok zaten," diyerek içmeye devam ediyorum. "Hem sen de bunu istemiyor musun? Ölme mi?" diyerek ekliyorum.
Başını "hayır" anlamında yavaşça sallayarak "hayır," diyor. "Şimdilik!" Daha on ile yirmi dakika öncesinde ölümüne boğuşuyorduk. Şimdi ise ikimiz de sakince oturup konuşuyoruz. Sanırım hayat, çok çabuk değişiyor. Ya da insanlar... Yılan'ın bana ihtiyacı vardı. Çünkü bensiz Fısıltı'ya sahip olması olanaksızdı. Ona Fısıltı enerjisini bulacağıma dair bir söz vermiştim. O yüzden Yılan, bana muhtaçtı.
Yılan'ın sözleri nedense dramatik bir tebessüm yaymıştı yüzümde. "Onu neden bu kadar çok istiyorsun?" Bana dönüyor. Sorduğum soruya cevap vermek gibi bir niyeti yok gibiydi. Gözlerini kısıyor ve önüne dönerek boşluğa bakmayı sürdürüyor. "Ha? Neden bu kadar çok istiyorsun onu? Neden?" Sözlerin üstünde dura dura tekrar ediyorum sorumu. Sigaramı parmaklarımın arasına alıyor ve Yılan'a biraz sokuluyorum.
Cevap vermiyor ama ben de ısrarcılığımı sürdürüyorum. Bana bakması için ne kadar zorlasam ve ona sokulsam da, benimle yüz yüze gelmemekte direniyor, yüzünü benden gayri bir yöne çeviriyor. En sonda pes eden kişi ben oluyorum. Ve Yılan'dan uzaklaşarak onu rahat bırakıyorum. Şimdilik o kazanmış olabilir ama eninde sonunda her şey gün yüzüne çıkacak...
Aradan birkaç dakika geçmişti. Sigaramı bitirmiş ve izmarit bir parmağımla uçurmuştum. Ama izmarit hâlâ yanıyordu. "Fısıltı'yı almaya ne zaman gideceğiz?" Yılan'a bakıyorum. Uzun süreden sonra sessizliğini bozmuştu.
"Ben ne zaman istersem," diyorum. Bu cevap üzerine Yılan, bana çeviriyor yüzünü aniden. Keskin bakışlarını bana kilitliyor.
"Ne?" diye tıslıyor.
Ben de ona çeviriyorum yüzümü. Biraz yaklaşarak ona fısıldıyorum: "Ben ne zaman istersem..." O an aramızda bir duello vardı sanki.
"Kes saçmalamayı! Madem senin gitmeye niyetin yok, bana yerini söyle!" Tıslayarak konuşmaya devam ediyor.
"Neden yapayım bunu?" Ondan biraz uzaklaşarak aramızda mesafe bırakıyorum. "Seninle geçirdiğim zaman boyunca pek çok şey öğrendim yılanlar hakkında... Bir yılana asla güvenmemeyi." cümlemin sonlarına doğru yaklaşırken dudağımın bir ucu yukarıya doğru bükülmüştü. Ve sinsi bakışlar yollamıştım Yılan'a.
Sözlerim, gülüşüm, bakışlarım... Yılan'ın bana iğrenerek bakmasına neden olmuştu. Ağzı düz bir çizgi halini almış ve dişlerinin bir kısmını açığa çıkararak açmıştı. Alev saçan gözlerine ise diyecek bir şey yoktu. "Senden nefret ediyorum!" diyor sertçe.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...