"Ne? Nerde?" diyor Yılan hararetli bir şekilde. Onu böyle heyecanlı görmek tuhaf geliyor bana ama tatlı bir tuhaflık, beni gülümseten bir tuhaflık... Yılan'ın hızla şişip inen göğsünden ne kadar heyecanlı olduğu anlaşılıyor...
"Anlaşılan bu kurumuş bir nehirin izi..."
"Ee..? Ne olmuş?" diye lafımı bölüyor."
"Bu olaylar başladığında ben büyük bir binada saklanıyordum. Daha doğrusu oldukça büyük bir araştırma merkezi veya laboratuvar gibi bir yer. Deneyler fapan yapılıyor..."
"Ne alakası var bunun fısıltıyla?"
Yılan'ın sürekli olarak lafımı bölmesine daha fazla dayanamıyorum ve soluğumu boşaltarak gözlerimi deviriyorum. "Lafımı bölmezsen anlatacağım," diye uyarıyorum Yılan'ı. "Şu bilmem ne projesinin yakıtı o laboratuvarda üretiliyor. Yani fısıltının üretim merkezi. Ve o binanın yanında bir nehir bulunuyor." Nihayet lafımı tamamladığımda; Yılan, kurumuş nehirin ufukta kaybolan ucuna bakıyor.
"Ve o binaya giden yol bu nehirden geçiyor?"
"Aynen öyle," diyorum.
"O halde hadi gidelim," diyerek nehiri takip etmeye başlıyor Yılan. Ben de onun arkasından ilerlemeye başlıyorum. Fakat Yılan'ın süratli yürüyüşüne ayak uydurmakta zorlanıyorum ve aramızdaki mesafe giderek açılmaya başlıyor.
"Biraz yavaş yürür müsün?" diyorum Yılan'ın arkasından. Yılan'ın cevabını beklerken ona yetişmeye çalışıyorum aynı zamanda. Yılan'dan ses çıkmıyor. Tepkisizce yürümeye devam ediyor. Ne diye acele ediyor ki bu kız?
***
Yürümeyi bırakmıştım, koşmaya başlamıştım, çünkü Yılan'a ancak bu şekilde yeteşibiliyordum. Yaklaşık olarak yarım saattir yürüyoruz, daha doğrusu ben koşuyorum, Yılan ise postacı yürüyüşüyle ilerliyor. "Eee..? Nerede bu bina?" diyor Yılan. Oldukça sabırsız davranması beni iyicene çıldırtıyor.
"Birazcık sabırlı olsan! Belki de birkaç günlük mesafededir o bina."
"Ne! Birkaç gün mü?" diye tıslıyor Yılan.
"Evet... Binanın yanından geçen nehrin bu olduğundan eminim ama kilometrelerce uzanıp giden bir nehirin hangi noktasında olduğunu anlayabilme gibi bir yeteneğim yok, maalesef."
"Ahh..!" Sinirle içini çekiyor Yılan.
"Neden bu kadar sabırsızca davranıyorsun, o fısıltıya neden bu kadar çok ihtiyaç duruyorsun, ne yapacaksın ona? Ne? Ne!" diyorum sert bir şekilde.
"Bunu sana söylemekten bıktım! SA-NA-NE!" diye heceleyerek veriyor yanıtını sertçe. Kelimeleri o kadar sert söylüyor ki, sanki bir taş gibi ağzından çıkıp suratıma çarpıyor sertçe. Yüzümü başka bir yere çeviriyorum ve yalnızca yürümeye devam ediyorum. Acaba gerçekten de Yılan'la beraber olmayı istiyor muyum? Bana karşı öylesine katı davranıyor ki, onun yanında kalmayı arzulayan hislerimi bir türlü anlayamıyorum. "Hıh...Anlamayacak ne var. Onunla beraber olmak istiyorum çünkü artık yalnız olmak istemiyorum. Beni yalnızlıktan kurtardı ve şimdi, yeniden yalnızlığa sürüklenmeyeceğim."
"Ne?" diyor Yılan şaşkınlıkla.
"Hı! Ne?" diye aynı soruyu soruyorum ben de. Hassiktir, zihnimde dönüp dolaşan bütün o düşünceleri sesli bir şekilde mi düşünmüştüm! Rezil oldum... "Yok bir şey... Sadece, sadece bir şarkı mırıldanıyorumdum," diyerek kendimi kurtarnaya çalışıyorum.
"Harika! Hiçbir sorunumuz yok, bize şarkı söyle bari!" Yılan oldukça kalp kıran birisi. Neden böyle aksi davrandığını hiç anlamıyorum. Hadi tamam, bu dünyada hayatta kalmak için sert biri gibi davranabilir ama bu kaba olmasını gerektirmiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...