"Şimdi ben Amir'e kan veremeyecek miyim?"
"Ne yazık ki... Ama buna üzülme. Öleceğini pek sanmıyorum. Benim hayret ettiğim Amir'in neden mutasyona uğramadığı."
"Ya geç bunu Kaan! Hani 0 kanı olan kişiler herkese kan verebiliyordu?" diyorum şaşkınlıkla.
"O iş öyle değil. Herkes kendi grubundan kan alıp verebilirim. Ha böyle bir şey var: 0'da hiçbir antikor olmadığı için diğer kan gruplarıyla karşıtırıldığı daha az çökelme olur. Ama bu pek bir işe yaramaz. Ancak hastayı biraz daha hayatta tutar. Çok çok çok acil durumlarda baş vurulan bir yöntemdir bu. Ayrıca sana dedim ya: bunu atlatacaktır. Sadece biraz yemek yemesi gerekiyor."
"Bu arada 'yemek' demişken Kaan, bir şey getirebildiniz mi? Yiyeceklerimiz nerdeyse bitti." diyor Zeliha kapıya yaslanarak. Bu şekilde haber vermeden arkamızda durup bir anda konuştuğu için ödümü koparıyor. Bunlar bir yana Zeliha'nın dedikleri Kaanların neden bir şeylerin izini sürdüğünü açıklıyor: yiyecek arıyorlardı ve biz buna engel olduk. Bu kendimi kötü hissetirdi.
"Hııı... Ne yazık ki Zeliha..."
"Ah Kaan! Hiçbir şey getirmeseydin bari! Şimdi doyurulacak iki boğaz daha çıkardın!" Zeliha'ın söyledileri öylesine sert ki... Kelimeler boğazımı düğümlüyor.
"Zeliha! Nasıl konuşuyorsun böyle..!" Diye sert bir şekilde karşılık veriyor Kaan.
"Kaan! Aç gözünü artık! Arkadaşlarımız öylesine aç ki neredeyse birbirlerine yiyecekler!"
"Şey... ben çok üzgünüm..." Diyorum utançla.
Zeliha ezici bakışlarını bana yöneltiyor. Bu bakışlarla beni böcek gibi eziyor.
"Biz kimseye yük olmayız!" Arkamızdan gelen sesle başımı çeviriyorum. Amir'in bilinci açılmıştı. Doğrusu bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin etmemiştim. "İstenmediğim yerde bir saniye bile durmam!" diyerek yattığı yerden doğrulmaya çalışıyor. Fakat Kaan bunu engelliyor.
"Yerinde dursana! Seni yeni ameliyat ettim." diyor Kaan.
"Amir..?" Diyorum ciyak bir sesle.
"Çantamda biraz yiyecek. Sizi idare edecektir sanırım."
Amir'in söylediğini birkaç saniye sonra idrak ettiğimde hemen kenarda duran Amir'in çantasına ilerliyorum. Amir'in çantasını alıp Zeliha ve Kaan'ın yanına gidiyorum. Bu çanta değil, resmen un çuvalı! Amir'in taşırken bu kadar ağır olduğuna hayret ediyorumdum. Meğerse ağırlığın yarısı çantadaymış.
Çantanın fermuarını açarken karşılaştığım yiyeceklere hayret ediyorum: tavşan cesetleri ve derisi yüzülmüş bazı hayvanların etleri, poşetlere sarılmış ekmek benzeri un ürünleri. Bunların yanında halat, yay ve birkaç ok... Poşetin ağzını Kaan ve Zeliha'ya gösteriyorum. Kaan'ın yüzünde samimi bir gülümseme yayılıyor. Zeliha ise sevincini belli etmemeye çalışıyor, duygularını saklamaya çalışıyor muhtemelen mahcubiyetinden dolayı.
"Bunlar harika Amara! Ne diyeceğimi hiç bilemiyorum..."
"Boş ver teşekkür laflarını Kaan. Al bunları. Çok ihtiyacınız var."
Çantayı onlara bıraktıktan sonra Amir'in yanına gidiyorum. Kenarda duran yıpranmış sandalyeyi çekip Amir'in karşısına oturuyorum. Amir gözlerini sabit tutuyor. O şekilde oldukça ruhsuz görünüyor.
"Kendini daha iyi hissediyor musun?" diyorum.
"Bedenimdeki yaralar elbet iyleşir, Amara. Peki ya ruhumdaki yaralar?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIYAMET FISILTISI
Science FictionEn son beş yıl önce bir insan yüzü görmüştü. O da bir su birikintisindeki kendi yansımasıydı. Dehşet verici bir radyoaktif felaketten sonra mutasyona uğrayan dünyada kendi kanınla boğularak ölmeyi mi tercih edersin? Yoksa asit yağmurlarında erimeyi...