Kısa da sürse işsiz günlerimiz başlıyor. Sabah işe gider gibi gidiyor, akşam saatinde geliyor ve her seferinde sıkı sıkı tembihliyor: "Sakın işsiz olduğumu kimseye söyleme"
Bazen evdeyken kapı çalsa, komşular görmesinler diye yatak odasına saklanıyor ve ben gerçekten üzülüyorum O'nun bu çaresiz, kaçak tavırlarına.
İşsiz kaldığı sürece kayınpederim, kendi evine taşır gibi erzak getiriyor bize. Bakkal işlettiği için ne var ne yok, kolilerle taşıyor. Ve bana her harçlık verişinde duyduğum eziklik, güçsüz düşmeme sebep oluyor. Ve kolilerin içinden her seferinde çıkan gazeteye sarılmış benim kullandığım marka sigara paketleri ezikliğimi ve mahcubiyetimi daha da arttırıyor.
Ve bir akşam o kötü surat ifadesiyle geldiği günün tersine, merdivenleri üçer beşer çıkarak, enerji dolu, Tazmanya Canavarı gibi geliyor eve.
- İşe başlıyorum.
Gülümsüyorum.
- Ne işi? Rahat dur, otur da anlat.
- Kesin hoşlanmayacaksın ama şimdilik iyi. Barda güvenlik elemanı. Maaşı iyi, vardiyalı, bir hafta gece, bir hafta gündüz. Tam benlik valla.
- Hayda. Öyle yerlerde çok olay olur. Sende de mıknatıs özelliği var biliyorsun. Çekersin kesin belayı kendine.
- Yok lan nezih bir yer. Öyle itin kopuğun takıldığı bir yer değil. Zaten dedim ya şimdilik. Başka iş bulana kadar takılırım en azından.
O sırada benden geri alıp kullanmaya başladığı cep telefonu çalıyor.
- Buyur abi. Yok işim var. Sağ ol abim. Görüşürüz.
Soran bakışlarımı görünce:
- Murat Abi, diyor. Bu ara sürekli arıyor ama gitmiyorum, uğraşamam puştla.
- Aman sakın ha, ucuz kurtuldun dua et.
Aceleyle yemeğini yiyor, üzerini değiştirip, okkalı bir öpücük vererek geldiği hızla gidiyor.
Kazasız belasız geçen birkaç hafta sonunda, beni işyerine götürüyor. Ortamı görüyor, iş arkadaşlarıyla tanışıyorum. Samimi olduğu ikisini yemeğe davet ediyorum. Geliyorlar bir iki gün sonrasında.
Biri sahiden bodyquard gibi iri yarı bir dev, diğeri de hemen hemen o kadar ama henüz yirmi yaşında gencecik bir delikanlı: Hüseyin. Kardeşim gibi ısınıyorum. Ailesini anlatıyor, okulu yarım bıraktığını, ailesine destek olmak için bu işi yaptığını. Öteki dev ise fazla konuşkan değil. Yeni evlenmiş. Güven veren bir tipi var. İçim rahatlıyor, işiyle ilgili korkularım kayboluyor, bakış açım değişiyor.
Rahatlık bana yaramıyor dediğim zaman, arkadaşlarım çok kızar bana, kendi kendini nazar ediyorsun derler. Sanırım haklılar. Bir kez daha kendi düşüncelerimle nazar ettim kendimi.
Ağustos sıcakları benim evimde bile kendini öyle hissettiriyor ki, geç saatlere kadar uyuyamadığım için bol bol kitap okuyorum. Bir gece gene kitap okumaya dalmışken, çalan zilin sesine öyle bir sıçrıyorum ki, kitap elimden düşüyor. Duvardaki saate bakıyorum iki olmuş. İyi de gecenin bu saatinde kim olur? Belki anahtarını unutmuştur diyerek kapıya koşuyorum. Otomatiğe basmadan önce balkondan bakma gereği hissediyorum. Daha "kim o" diye seslenmeden o sesleniyor:
- Açsana kapıyı.
Aceleyle koşup otomatiğe basıyorum, kapıda bekliyorum merakla. Gözlerim iki yanında duran yabancılardan önce, bileklerindeki kelepçelere takılıyor. Şaşırmıyorum, korkmuyorum, sadece kapıyı ardına kadar açıp, içeri girmelerini bekliyorum. Yabancıların polis olduklarını anlamam için kimliklerini görmeme gerek olmasa da kanunlara uyarak gösteriyorlar. Ama bana polisten ziyade üniversite öğrencileri gibi geliyorlar, öylesine genç ve halktan biri gibi görünüyorlar. Spor giyinmişler, hoş, kibar bir görüntüleri var. Gözlerim soran bakışlarla üçü arasında mekik dokuyor. Derken polislerden biri:
- Ablacığım, korkacak bir şey yok emin ol, diyor.
Bir bilse bu cümleyi ne kadar sık duyduğumu, neden aslında korkmam gerektiğini anlar.
- Korkmamı gerektirecek bir şey olduğunu sanmıyorum zaten, diye cevap veriyorum kendimden emin bir ses tonuyla ama içten içe hiç de emin değilim.
- Arama yapmamız lazım. Ortalığı boşuna dağıtmadan, evde silah varsa hemen çıkar ver ablacım.
- İki tane çocuğun olduğu evde silah tutacak kadar cahil mi görünüyorum sizce?
- Yok ablam ama sormak zorundayız.
- Evde silah falan yok, varsa da benim haberim yok.
- Ablacım sana inanıyorum ama gene de arama yapmak zorundayım, kurallar böyle.
- İstediğiniz gibi davranın, önemli değil.
Onlar arama yaparken, ellerinde kelepçeyle odanın ortasında dikilen ve yüzünün beyazlığına rağmen oldukça sakin görünen, evcilik oyunumuzun başrol oyuncusuna fısıldıyorum:
- Ne olacak şimdi?
- Korkma bir şey çıkmaz. İki güne kalmaz evdeyim. Annenlere git sen. Bu arada sakın adımı kullanma.
Tam "neden?" diye soracakken polisler yanımıza geliyor.
- Ablacım, sana inanıp, üstünkörü aradık, bir şey çıkmadı ama şurada bir çanta bulduk.
- Ne çantası? diye soruyorum ilk defa içimde bir korku hissederek.
- Ağzına kadar beyaz dizi dolu, diyor gülümseyerek. Sen mi okuyorsun?
- Evet, arada atıştırmalık kullanıyorum.
Ben de gülümsüyorum.
- Ama hayat hiç de oradakiler gibi değil, diyorum eşimi işaret ederek.
- Haklısın ablam, geçmiş olsun.
Ömrümü yavaş yavaş törpüleyen adamı da yanlarına alarak, beni bir başıma, ne yapacağını bilmez bir durumda bırakıp gidiyorlar.
Ve ben savunmasız, rahat, dünyadan bihaber uyuyan çocuklarımı, yattıkları yerden alıp kendi yatağıma koyuyor, ortalarına girip, kollarıma alarak sımsıkı sarılıyorum ve içimden coşan bir sevgiyle:
- Ben sizi asla bırakmam, diyorum alınlarından öperek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umuda Tutunmak #Wattys2018
General FictionSevgili arkadaşım!! Seni tanımıyorum. Nerede oturursun, ne iş yaparsın, kaç yaşındasın hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek şey çoğu olayda aynı şeyleri yaşadığımız. Sevgili genç arkadaşım! Hani o hayran olduğun "Kötü Çocuk, Mafya Çocuk, Psikopat Çocuk v...