Kendi evime dönmek arzusuyla, iki gece daha kalabildiğim bu evden ufaklığın gelmek istememesi üzerine, sadece eve daha düşkün olan büyük oğlumu alarak çıkıyorum. Yürümekten nefret eden biri olarak on dakikalık yolu minibüsle gitmek çok daha kolayıma geliyor. Markete uğrayıp ev için bir şeyler aldıktan sonra, sürekli sokağımızın köşesinde duran ve arabası tepeleme kiraz dolu olan, esmer, zayıfça ve oldukça efendi seyyar satıcının yanına gidiyorum. Mevsimine göre meyve ya da kuru baklagil satan delikanlıdan uzun zamandır alış veriş yaptığım için, hem hal hatır soracak, hem gözüme kestirdiğim yerden doldurmasını isteyecek, hem de uzun zamandır neden görünmediğimi soracak kadar tanış oluyoruz zamanla. Ve sorusunu "yoktum buralarda" diye geçiştiriyorum. Bir baş sağlığı dileğini daha kaldıracak halde değilim.
Eve girdiğimde, günlerdir kapalı kalmaktan fırın gibi sıcak ve havasız kalan odaların pencerelerini açıyorum aceleyle. İçerinin sıcağını daha da arttırmaktan başka bir işe yaramasa da, en azından kapalı kalmışlık kokusunu çıkarır diye düşünüyorum.
Açık bıraktığım sokak kapısından Güllüm'ün sesi duyuluyor:
- Sen misin kııızzz?
- Benim Güllüm gelsene.
Güllümden beklenmeyecek bir hızla geliyor yanıma. Yüzü endişeli.
- Ben ne aptalım, ben ne salağım diyor nerede olduğumu sormadan önce.
- Ne oldu be? Ne sayıyorsun gene kendi kendine?
- Ben niye senin cep telefonunu yazmadım ki? Kimsenin numarası yok bende ki arayayım. Deli oldum meraktan. Nerelerdesin kaç gündür?
Karşılıklı oturuyoruz artık rengini kaybetmek üzere olan krem rengi desenli koltuklara. Gözlerimi yerdeki, Gül annemin kendi elleriyle dokuduğu koyu yeşil üzerine bordo krem renkleriyle oluşturduğu kilim desenli el halısına dikiyorum.
- Babam öldü Güllüm, diyorum duygusuz bir sesle.
Güllüm ün babası da aynı benim babamın karakterinde bir adam. Yıllardır nefes darlığı yüzünden oksijen tüpüyle, neredeyse yatağa bağımlı halde yaşayan bu adamı görmek için defalarca gitmeye teşebbüs ettiysem de hiçbirinde başarılı olamadım. Her seferinde bir aksilik yaşandı ve kısmet olmadı. Babasına çok düşkün olan Güllüm, babamın öldüğünü söylememle kendi babası ölmüşçesine ağlamaya başlıyor. Geçen kış, olanca şiddetiyle ortalığı titreten fırtınaya aldırmadan, sırf çok özlediği için çocuklara aldığı hediyelerle birlikte bana gelen babamı gördüğünde "kendi babam" gibi sevdim diyen Güllüm, şimdi o günü hatırlayıp kesik kesik ağlıyor. Bense cenaze sanki onlarınmış gibi onu teselli ediyorum. Her zaman olaylara dayanma gücüme hayranlık duyan Güllüm, ağlaması durduğu anlarda içimde kopan fırtınalardan habersiz, şaşkınlıkla bakıyor yüzüme. Ağlamak ne geride kalana, ne de gidene fayda etmiyor ne yazık ki. Ağlamakla gidenler geri gelseydi eğer, neyim var neyim yok satar, bütün paramı ağlamaları için tuttuğum insanlara verirdim:"yeter ki babam geri gelsin." Ama ne giden dönüyor, ne kalan peşinden gidebiliyor. Ne gözümü alabiliyorum, ne göze alabiliyorum.
Eşimin aramaları günde üç dörtten sekiz ona kadar çıkıyor. Nasıl olduğumu sormak için O kadar çok arayan var ki, cep telefonumla bütünleşiyorum artık. Aslında ben kendimi gayet güzel idare ederken, bu ilgi beni daha çok bunaltıyor. Özellikle eşimin telefonla da olsa beni kısıtlamaya başlaması, yaptığım her şeyi sorgular olması daha çok içime kapanmama ve konuşma isteğimi kaybetmeme sebep oluyor. Sürekli kendimi neşelendirmenin yollarını arıyorum. İsilikler dökmemize sebep olan sıcaklar, gün boyu serilmiş halde en serin köşelerde yatmamıza sebep olsa da, akşamları çatıya çıkmamıza ve keyif yapmamıza izin verecek hafif esintileri hediye ediyor sonrasında. Ve ben artık bunalımlardan kurtulup, nikahta ne giyeceğimin derdine düşmeye başlıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umuda Tutunmak #Wattys2018
General FictionSevgili arkadaşım!! Seni tanımıyorum. Nerede oturursun, ne iş yaparsın, kaç yaşındasın hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek şey çoğu olayda aynı şeyleri yaşadığımız. Sevgili genç arkadaşım! Hani o hayran olduğun "Kötü Çocuk, Mafya Çocuk, Psikopat Çocuk v...