Akla Mukayyet

749 142 6
                                    

Üçü, beşi, yedisi derken, artık babamın içinde yaşamadığı baba ocağını bırakıp, kendi evime dönme zamanım geliyor. Sanırım hiç ağlamadığımdan olsa gerek, kalbim taş gibi. Aslında babamın hastanede ölmesi bizim için bir bakıma iyi oluyor, çünkü hep dışarıdaymış da her an gelecekmiş gibi hissediyoruz kendimizi. Ya da arayacak ve soracak: " Eve bir şey lazım mı?"

Annemle, kız kardeşimle sımsıkı kucaklaşıyoruz vedalaşırken. Konuşmaya gerek yok, gözlerimizdeki hüzün her şeyi söylüyor zaten. Önce çocukların yanına gitmek istediğimi söylüyorum, beni bırakacak olan erkek kardeşime. Eşim, bavulları zaten hazır olduğu için, yardımıma ihtiyaç duymadan duymadan, evvelsi gün Antalya ya döndü. Ve ben de o boş eve girmek istemiyorum şu an.

Gül annem ağlayarak karşılıyor beni. Çocuklar bahçede olduğu için göremiyorum hemen. Biraz soluklanıp, 6. Katın balkonundan yırtınarak çağırıyorum ikisini de. İkiletmeden geliyorlar. Kapıdan içeri girmeden önceki ilk cümleleri:

- Dedem gerçekten öldü mü anne? Oluyor.

- Evet, diyorum, öldü, ama ölmeden önce sizi çok sevdiğini söyledi bana.

Büyüğüm daha duygusal olduğu için damlalar yanaklarından küçüğümden önce süzülmeye başlıyor.

- Hadi gidin oynayın, ben buradayım, diyerek geri yolluyorum ikisini de. Ama gün boyu en az üç dört kere kapıyı çalıp, dedelerinin gerçekten ölüp ölmediğini soruyorlar bana, tıpkı benim gibi inanamıyorlar.

Baba ocağımın cenaze, koca ocağımın ise düğün evi olması, hayatın her şeye rağmen nasıl devam ettiğini hatırlatıyor bana. Kış sonlarındayken, büyük kaynım için Ağustosun ilk haftasına alınan nikah tarihi hakkında, babam konuşmak istiyor benimle. Babam diyorum çünkü, karışma ihtimalleri yok artık.

- Kızım, diyor üzüntüyle. Biliyorsun nikah tarihini baban ölmeden öce almıştık. Bu durumda aslında annenle konuşmam gerekir ama, sizin için uygun mu nikah yapmamız, yoksa erteleyelim mi? Sizin izninizle yapabiliriz ancak.

Şaşırıyorum. Bu nasıl bir incelik, nasıl bir fedakarlıktır? İşte o an bir damla göz yaşının gözümden damladığını hissediyorum:

- Olur mu baba öyle şey, düğün de cenaze de bekletmeye gelmez. Eminim annem de aynı şeyi söyler.

- Sen gene de sor, istersen ben de sorabilirim. Ona da danışalım da öyle karar verelim.

Annemi aradığımızda, O da aynı şeyleri söylüyor ve O da aynı benim gibi şaşkınlık içinde kalıyor bu incelikten dolayı.

Aynı gece, artık bütün kalabalığı, başsağlığı ve üzüntülerini bildirmeye gelen akraba ve komşuları yollayıp, nihayet tek başıma odama çekildiğimde ve birazcık uyuyabilmek isteğiyle kendimi yatağa attığımda, aklıma gelerek beni deli edecek düşüncelerle baş başa kalacağımıbilseydim, çocuklarımın diğer odada yatmalarına asla izin vermezdim. Şimdi gözlerim, balkonun açık kapısından giren rüzgarla uçuşan, bordo renkli saten perdeye takılıp kalmışken, beynimi dolduran binlerce düşünce ve anının canımı öldüresiye yakan acısıyla, yerlerinden çıkacakmış gibi korkuyla bakıyorlar. Oysa aynı düşünce ve anılar babam ölmeden önce, bizi mutlu eden ve gülmemize sebep olan sohbet konularımızdı. Babamın dalgınlıklarıyla ilgili şakalarımız günlerce dilimizden düşmezdi. Aynı adamın gün içinde 2-3 kere babama gelip para istemesi ve babamın daha önce verdiğini unutup her seferinde tekrar vermesi, annemi eve gelen komşuların arasında fark edemeyip O'na da hoş geldiniz demesi, bizim orada olup olmadığımızı sormak için alt komşunun kapısını çalıp, kapıyı benim açmama rağmen bana "bizimkiler burada mı" diye sorması, e-5 te kardeşim ve arkadaşlarıyla arabada giderken, önlerini kesen birkaç serseriyle oldukça şiddetli bir kavgaya tutuşup, onlardan biri diye kardeşimin en samimi arkadaşını dövmesi, sokakta havlayan köpeklerin sesine dayanamayıp, cama çıkarak sadece "hoşt" deyip tekrar gidip yatması, bizim kapı diye üst katın kapısını anahtarla açmaya çalıştığında Tülin ablanın kapıyı açıp babamın dalgınlığına attığı kahkahalar aklımdan bir bir geçerken, şimdi, gecenin bu saatinde, o çok korktuğu karanlıkta ve toprağın çıkamayacağı kadar altında geçirdiği gecelerde ne kadar korkabileceğini düşünmek aklımın yerinden oynamasına yetecek derecede üzüntü veriyor bana. İçimden kopup da bir türlü dışarı çıkamayan hıçkırıklarla uyuşmuş beynim, babamın korku içindeki yüzünü sanki beni öldürmek istercesine sürekli gözümün önünde tutuyor. Yüzlerce, binlerce dua okuyorum ama içimdeki o akrebin zehirli kıskaçlarını çözemiyorum. Delilik sınırına varmak üzereyim ama kimseden imdat isteyecek halde değilim. Böcekler, yılanlar, çiyanlar gözlerimin önünde cirit atarken, o vesvesenin arasında bile iyimser kalbim, meleklerin o şeker amcayı koruduklarını ve korkmasına izin vermediklerini söylüyor bana.

Yatağımdan kalkıp balkona çıkıyorum. 6. katın bana gösterdiği İstanbul'un o muhteşem gece manzarası bile içimdeki bunalımı azaltmaya yetmiyor. Bakışlarımı, aşağıya, beton zemine çeviriyorum. Başım dönüyor. Sanki düşürdüğüm bir şeyi arar gibi iyice sarkıyorum. Şimdi düşsem? Yere çakılsam? Gökyüzündeki milyonlarca yıldızdan başka kim şahit olur ölümüme? Rabbim affeder mi beni verdiği bu hediye canı geri iade ettim diye? Ya çocuklarım? Sorumsuz bir babaya bırakacak kadar değersizler mi benim için? Ya annem? Kardeşlerim? Ölmezler mi üzüntüden? Neler düşünüyorum böyle? "Geri çekil! İçeri gir!" diye emreden içimdeki sese boyun eğiyor, kendimi geri çekiyorum yarı bele kadar sarktığım balkondan. Yatağımın yanına gidip, kenarına oturuyorum. Başımı ellerimin arasına alıp, çok üzüldüğüm anlarda neler yaptığımı hatırlamaya çalışıyorum. Ne kadar süre gözlerim kapalı, öylece düşündüğümün farkında değilim ama gözlerimi açtığımda kendimi ayakta banyoya doğru yürürken buluyorum. Evet. Artık ne yapmam gerektiğini biliyorum. Abdest alıyorum. Su biraz kendime gelmemi sağlıyor. Odama geçip iki rekat gece namazı kılmak için niyetleniyorum. Ve namazım bittiğinde babam için dua ediyorum: 

"Rabbim, bütün ölmüşlerimize rahmet et, mekanlarını cennet eyle. Ve babamı bütün sevdiklerine komşu eyle."




Umuda Tutunmak #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin