Annemin tüm karşı çıkışları, yalvarmaları, yanlış yaptığımı söyleyen cümleleri etkilemiyor beni. İstemeye gelecekleri günün birkaç gün öncesinde baktığım telefonda duyduğum sese, içimde hiç dinmeyen bir öfkeyle "evleniyorum" dememe rağmen bana bunu yapmamam için yalvaran tek aşkıma da aldırmıyorum. Kararımdan dönmüyorum ve gelecekleri gün, kızlarla sabahın erken saatlerinde yapmaya başladığımız hazırlıklarımızı tamamlayınca, üzerime akşam giymek için aldığım yeni kıyafetleri giydiğimde annemin üzgün bakışlarına mutlu bakışlarla cevap veriyorum. Kimi kandırıyorum acaba? Annemi mi, kendimi mi?
Gelen kalabalığı gördüğümüzde, kızlarla mutfağa toplanıp deliler gibi gülüyoruz. Es geçemedikleri büyük amcalar, kendi amcaları, eşleri, yalnız kalmamak için yanına aldığı en samimi arkadaşı ve bir de bizim ailenin büyükleri bir araya gelince kız istemeden çok, düğün havasına giriyor evimiz ve onca gülen surat arasında bir tek annemin üzgün yüzü çekiyor dikkatleri. Daha fazla dayanamıyor ve isteme faslı başlamadan başının çok ağrıdığını bahane ederek yatak odasına kaçıyor. Ardından gittiğimde burnundan oluk oluk kan boşaldığını görüyorum. Son günlerde tavan yapan tansiyonu yükselmiş olmalı. Elini, yüzünü yıkıyorum ve biraz kendine gelince kimseye bir şey belli etmeden tekrar içeriye, beni annemden koparacak olan insanların yanına dönüyoruz. Erkekler salona, kadınlar oturduğumuz odaya toplanıyor, biz gençlerse mutfağa yığılıyoruz. Eşim olmaya adaylığını koyan delikanlı ise büyüklerin arasında, kan ter içinde, elleri dizlerinde oturuyor sesini çıkarmadan. Onca millete kahve yapmak oldukça zamanımızı alsa da, bazen taşırıp ortalığı batırsak da, sonunda başarıyla tamamlıyoruz kahve servisini. Ve sonunda İçeriden gelen konuşma seslerinden anlıyoruz isteme olayının başladığını. Kolaçan etmek için içeri girip çıkan arkadaşımdan öğreniyoruz isteme sonrasında verilen cevabı:
" Biz biraz düşünelim, kısmetse olur!"
Konuşmanın bitişinin ardından, kızlarla saatlerce uğraşıp hazırladığımız ve her ihtimale karşı bol bol yaptığımız yiyecekleri dağıtıyoruz. Kimimiz tabakları dağıtırken, kimimiz de tepsilerle çay taşıyoruz o kalabalığa. Görünüşe göre herkesin keyfi yerinde. Oldukça memnun kalmış olmalılar ki, normalde kısa sürmesi gereken kız isteme olayımız, gece yarısını geçtiği halde muhabbetlerle devam ediyor.
Gecenin 2 sinde yolladığımız misafirlerin ardından, babam insanları çok sevdiğini söyleyen bir konuşma yapıyor bize; ama annem her zamanki temkinli yaklaşımıyla tanımadan karar vermeyeceğini belli ediyor. Gidişlerinin ardından geçen bir saatlik süre sonunda arıyor Gencoğlan:
- Öldüm heyecandan lan.
- Heyecanlanacak ne var? Hem bana lan deme, hoşlanmıyorum.
- Sana demiyorum ki aşkım, öyle laf olsun diye işte.
- Olsun, deme sen gene de
- Tamam aşkım. Seni çok seviyorum.
- Çok geç oldu yatalım tamam mı?
- Tamam canım, iyi geceler diyor ve sesindeki beklentiyi hissetmeme rağmen kapatıyorum telefonu.
Biliyorum, O' nu sevdiğimi söylememi bekliyor ama söyleyemiyorum. İleride bir gün söylerim belki ama şimdi değil. Israr etmiyor zaten çünkü ilk buluşmalarımızın birinde O' na yaşadığım aşkı ve sonunu anlattığım için, bana zaman tanımak konusunda anlayış gösteriyor ve kendini bana sevdireceğinden çok emin görünüyor. Gerçi artık karar verildi gibi bir şey. Aslında şu an hayır desem babam vermez beni ama hayır demek istemiyorum. Yaşım 24 ve artık kimseyi öyle hayatımı verecek kadar sevebileceğimi sanmıyorum. Bakıyorum Gencoğlan'a; dikkatle inceliyorum davranışlarını, neşeli ve hayatı pek de umursamayışı hoşuma gidiyor. Yanında eğleniyorum ve en önemlisi beni çok seviyor.Ben de zamanla O' nu seveceğim eminim . Hatta şimdiden hoşlanıyorum, ama öyle taşkın seller, kor ateşler, patlayan volkanlar gibi değil. Daha duru, saha sakin, daha insaflı hoşlanıyorum.
Arkadaşlarımın takılmalarına maruz kalarak geçirdiğim iki haftanın sonunda, babam soruyor bana:
- E artık arayalım insanları. Şimdi ciddi ciddi soruyorum sana: "evet mi diyorsun hayır mı?"
Anneme bakıyorum, hayır demem için işaretler veriyor ama nafile. Sen nasıl istersen baba demek, "evet" demekmiş demişti kızlar, ben de öyle diyorum:
- Sen nasıl istersen baba.
- Anlaşıldı, senin de gönlün var. Arayayım Şahin Bey'i de ne zaman geleceklerini konuşalım.
Babam evden çıkınca, annem başlıyor yine sızlanmaya:
- Yapma kızım. Bak geç kalmadan hayır de. Yakacaksın başını. Tamam insanlar iyiler, hoşlar ama sana göre değiller. O çocuk adam olmaz, gözlerinden anlıyorum. Tamam senin hoşuna gidiyor neşesi, eğlencesi ama hayat öyle değil. Hayat sorumluluk ister, hayat ciddiyet ister. Yapma kızım.
- Bak anne. Şimdi beni iyi dinle. Ben bir daha kimseyle ne tanışırım, ne konuşurum. Bu olursa olur, olmazsa bir daha hayatta girmem bu işlere. Yani ya şimdi, ya hiç. Anla beni ne olur.
- Aha buraya yazıyorum, diyor artık yazmaya alışmış eliyle duvara çizermiş gibi yaparak. Bu işin sonu iyi değil.
- Kısmet anne be. Sonu iyi dediğimiz olay da kötü çıkabilir. Hayırlısı olsun bakalım.
Babam eve günlük en az üç uğrayışından birini yaptığında anlatıyor konuşmalarını:
- Çok cana yakın adam ya şu Şahin. Sevdim adamı. Anlaştık hafta sonu gelecekler söz takmaya.
- Tamam baba. Hazırlanırız o zamana kadar.
Annem sesini çıkarmadan yanımızdan ayrılıp mutfağa geçiyor. Konudan hoşlanmadığını anlıyorum ama ne fayda? Babam yanına gidiyor:
- Hayrola neyin var?
Babamın gür sesi kolaylıkla duyuluyor olduğum yerden.
- Yok bir şeyim.
- Söyle söyle var bir şey.
- Ya, ben istemiyorum bu işi. Tanımadan bilmeden.
- Geçen hafta boş durmadım, araştırdım ben. Öyle hemen kız mı verilir? Oturdukları yerde çok samimi arkadaşımın dükkanı var. Yanına gittim hemen sormaya. Şahinler için çok iyi insanlardır dedi. Sözünün eri adamdır dedi. Oğlanı tanımıyormuş ama "öyle babası varsa, o da iyidir muhakkak" dedi.
- Ne bileyim ya, hiç istemiyor içim.
Bu cümleyle açıyor babam bayramlık ağzını.
- Sen zaten kendini beğenmişin tekisin, diye bağırıyor anneme. Burnu büyük, ukala. Sen ne b..sun ki insanları beğenmiyorsun?
- Yani dün tanıdığın insanlar benden kıymetli oldular, öyle mi? diyor annem ağlamaklı bir sesle.
- Boşuna konuşma, gelsinler diye aradık adamları, söz bir kere konuşulur.
Mutfaktan çıkarken de ağlayan anneme bağırmaya devam ediyor:
- Kes zırlamayı, bitti bu iş artık.
Babamın çıkmasıyla soluğu annemin yanında alıyorum:
- Anne ne olur ağlama
- Görüyorsun değil mi? İki günlük insanlar için neler saydı bana. Zırlama diyor ya bana, Allah tan korkmasam uyarım şeytana inan bak.
- Aman anne ya. Babam hep öyle bilmiyor musun? Gelir birazdan eli kolu dolu merak etme sen.
- Gelmez olsun.
Bunların kavgaları yüzünden hala kanser olmadım ya, bana artık hiç bir şeycikler olmaz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umuda Tutunmak #Wattys2018
Fiction généraleSevgili arkadaşım!! Seni tanımıyorum. Nerede oturursun, ne iş yaparsın, kaç yaşındasın hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek şey çoğu olayda aynı şeyleri yaşadığımız. Sevgili genç arkadaşım! Hani o hayran olduğun "Kötü Çocuk, Mafya Çocuk, Psikopat Çocuk v...