Neden başkalarının ne düşündüğünü bu kadar umursayarak hayatı kendimize zorlaştırırız? Ne var yani gömleğinin rengi pantolonuna uymamışsa? Ya da alışverişe terlikle çıkmışsan? Ne yani, cebinde paran olmadığını itiraf edersen millet sana güler mi? Ya da evliliğinden pişmansın diye aforoz mu ederler? Neden onca sorunun varken, en yakınındakilere bile iyilik palavraları sıkarsın? Çünkü bilirsin, içindeki şeytan kulağına fısıldar: başarısızlık, ezikliktir ve sen ezik değilsin! Sakın yenildiğini belli etme, gardını al, savaş ve egonu kurtar!
Bu evcilik oyunundan mağlup çıkacağımı bile bile, bir mutluluk oyunu tutturmuşum gidiyor. Sorunlarımı bir kenarda tutup, eski şen şakrak, iyimser kişiliğimi korumaya, arkadaşlarımla görüşmeye, aileme hiçbir şey belli etmemeye çalışıyorum ve oldukça da başarılı oluyorum. Ki ev sahibi kirayı neredeyse iki katına çıkarınca, kira fazla geldiği için değil de, işi dolayısıyla işyerine yakın bir yere taşınmak zorunda kaldığımızı söylediğinde inanıyorlar.
Taşınmamıza yardıma gelen kişilerden artık utanıyorum ama ne çare. Yakınlarında oturduğum için pek mutlu olan ailem, mutluluklarını yaşlı gözlerle kayınvalidemlere teslim ediyorlar.
Bu kez tuttuğumuz ev iki oda, bir salon, kutu gibi küçücük. Tek daire üzerine üç katlı bir bina ve sokakta çok sevdiğim mahalle komşuluğunun olduğunu belli eden bir hava var. Ev sahibinin eşi ile daha evi tutarken kaynaşıyoruz. Ben o'ndan iki gün büyüğüm, ikimiz de Karadeniz'liyiz ve ikimizin eşleri de aynı memleketten.
Diğer evde kimseyle fazla bir samimiyet kuramamıştım çünkü site hayatı buna izin vermiyordu. Eşler genelde çalışıyorlar, yaşlılarsa kapılarını açmaya korkuyorlardı. Ama hala bizim eski mahallenin benzerlerinin olduğunu görmek beni çok sevindiriyor.
Benim çocukluğum mahallede geçti. Gece yarılarına kadar yirmi otuz çocuk sokakta oynardık. Korkmazdık öyle sapıklardan, hızsızlardan, katillerden. Varlıklarını bile bilmezdik. Annelerimiz balkonlarda oturuyor olurdu ve en büyük korkuları çamurlandık, ya da kavga ettik de dayak mı yedik olurdu. Zaten sokakta yemediysek dayağı eve gelince yerdik.
Biraz daha büyüyüp gençliğe adım atınca da, evlerde toplanır olduk gece, gündüz demeden. Ama zaman mahallemizi de değiştirdi. Kimi evini kat karşılığı verdi, kimi işyeri olarak kiraladı. Yabancılarla doldu mahallemiz. Sadece bizim bina kaldı aile binası olarak ama o bile yetiyordu bize, çünkü binada 6 kız arkadaştık, can ciğer kuzu sarması. Gecenin üçü beşi demeden birbirimize gitmek için telefonu bir kere çaldırır, parola verirdik. Sonra cama çıkar fısıldaşırdık: "aç kapıyı geliyorum" ya da "uykum yok gelsene."
Annem sabah kalktığında evde bulamazsa bilirdi ya yukarıdayım ya aşağıda. Ya da sabaha karşı fırlayıp gelmişse içeri, mutlaka kızlar bizdedir ve kahkahalarımızdan uyanmıştır. Babamın "cenneti mi bağışladılar size, gidin yatın çabuk " diye bizi azarlayan ve hemen dağılmamızı sağlayan sesi, yıllar öncesinden koşarak gelip kulaklarıma yerleşti bile ve ben o günleri çok özlüyorum.
Necla en samimi arkadaşlarımdan biri olmaya aday. Eşlerimizin bize olan tavırları hemen hemen aynı ama ben biraz daha şanslıyım çünkü O, eşi izin vermediği için mahalle dışına bile çıkamıyor. Bense haber verdiğim sürece istediğim yere gitmekte özgürüm. Her ne kadar güle oynaya gittiğim her yerden dönüşüm biraz acı olsa da hakkını yiyemem.
Necla ile birbirimizi tanımaya başladıkça gidiş gelişlerimiz artıyor. Balkon sefaları yapıyoruz çaylar eşliğinde, elişiler örüyoruz birbirimize hava atarak ve bol bol gülüyoruz. Yeni taşındığımda hemen hoş geldine gelen komşularla da balkondan balkona laflıyoruz. Annemler geliyor sık sık. Kız kardeşim gelip kalıyor, çok eğleniyoruz ve ilk defa gerçekten kendimi huzurlu hissediyorum.
Bu herkese mi böyle olur, yoksa ben mi kuruntuluyum bilemiyorum ama ne zaman kendimi böyle rahat ve huzurlu hissetsem, içimde hemen bir fitne baş verir: "kesin kötü bir şey olacak."
Ve olur da.
Yaz mevsiminin ilk günleri, havalar çok sıcak ama hemen yakınımızdaki dağ sayesinde evim üfül üfül. Yazın iyi de, kışını düşünemiyorum.
Balkonda büyük oğlum kucağımda, yemek yediriyorum, diğeri de düşe kalka dolaşıyor etrafımızda. Ve bir taksi duruyor kapının önünde. Birinci katta oturduğum için ineni hemen fark ediyorum ve gelişindeki ifade hiç iç açıcı değil. Bir kaç saniye içinde yanıma geliyor ve ufaklığı kucağına alıyor.
- İşten ayrıldım.
- Neden, ne oldu?
- İyice sapıttı a.q. Her işine koştur, her pisliğini temizle, kızar bana patlar, bir şeyi kaybolur bana patlar, biraz para için kırk dereden su getirir. Ne bu yaa. Kavga ettik. Fırlattım anahtarları geldim.
- Sakin ol, vardır bunda bir hayır. Bir kapı kapanır, diğeri açılır merak etme.
- Olacak gibi değildi yaa. Delirtti beni a.q adamı.
- Bi doğru konuş be. Hep bu laflar yüzünden işin ters gidiyor he.
- Sen de bir rahat bırak ya. Taşları kaybolmuş, sen aldın diye tutturdu. Lan ben ne yapayım senin taşlarını?
- Ne taşı? Aklıma bile gelmiyor o anda.
- Ne taşı olacak. İçtiği zıkkım işte.
- Nee? Allah muhafaza. Gerçi senin de yemediğin halt değil. Utanmadan bana bile içelim demiştin. Doğru söyle içtin mi başka?
- Vallaha yok, billaha yok şerefsizim. Sadece denedim o zaman. Anam ağladı be fena çarptı beni o gece. Bir daha tövbe.
- Neyse boş ver iyi olmuş. O adamdan beladan başka bir şey gelmezdi bize. Hakkımızda hayırlısı olsun.
- Sen olmasan ben ne yapardım lan? Seni çok seviyorum.
- Ben de seni seviyorum.
Diyorum ama bunu neden söylediğimi bilmiyorum. Belki o an öyle cevap vermem gerektiği için, belki de çok fazla hatası olmasına rağmen aslında salak denecek kadar iyi bir insan oluşunu sevdiğim için ya da birine "ben de seni seviyorum" demeyi çok özlediğim için. Neden bilmiyorum ama diyorum işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umuda Tutunmak #Wattys2018
BeletrieSevgili arkadaşım!! Seni tanımıyorum. Nerede oturursun, ne iş yaparsın, kaç yaşındasın hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek şey çoğu olayda aynı şeyleri yaşadığımız. Sevgili genç arkadaşım! Hani o hayran olduğun "Kötü Çocuk, Mafya Çocuk, Psikopat Çocuk v...