Çiçek öldü, katil hala gezer..

903 136 12
                                    

Burcu burcu yayılırken toprağın kokusu,

Bir çizme, bir çiçek ezer.

Ne mapushane, ne zincir, ne kelepçe,

Çiçek öldü,

Katil hala gezer...

Acaba insan farkında olmadan, hep en çok sevdiklerine mi zarar verir? Ya da ne koşulda olursa olsun, kendisini asla bırakmayacağına inandıklarına mı? Arkadaşının annesine gayet kibar, iyi niyetli, güler yüzlü davranırken, kendi annesine de gösterir mi aynı davranışları? Ya da başkalarının çocuğuna yaramazlık yaptıkları zaman gayet yumuşak davranırken, kendi çocuklarına da aynı yumuşaklıkla karşılık verebilir mi daima? Kavga eden çiftlere, eşlerine nasıl davranmaları gerektiği konusunda türlü ahkamlar keserken, kendi eşine anlayış sabır gösterebilir mi her konuda?

Düşünüyorum da, cevabım hayır!

Çünkü kaybetme korkusu duymadığımız, her daim hayatımızda olacağını düşündüğümüz insanlar onlar. Bizi ne olursa olsun sevmekten vazgeçmez, terk etmezler. Bize bağlı, bağımlılar. Hiç gelmez aklımıza o koşulsuz sadakati davranışlarımızla nasıl da yavaş yavaş öldürdüğümüz ve bunun farkına bile varmadığımız, aslında çiçek koparan bir elden, hayvanların canını yakan bir çocuktan, insanları katleden bir katilden pek de farklı olmadığımız. Duyguların katiliyiz biz!

Arkadaşlarımdan biriyle yıllar önce yaptığım bir konuşma geliyor aklıma. Sekiz yıl ne mücadelelerle gizli saklı flört ettiği erkek arkadaşıyla, ailesinin bütün karşı çıkmalarına rağmen evlenmiş ve daha üçüncü yılında boşanmaya karar vermişti. İşte o zaman O'na evlilikle ilgili her zamanki beylik lafları söyleyerek, seni çok seviyor, yazık etme, demiştim. O anda anlayamadığım, ancak şimdi iliklerime kadar kavradığım bir cümle kurmuştu bana:

"Ben sevilmek değil, mutlu olmak istiyorum, sevgisi beni mutlu etmiyor, öldürüyor!"

Sevgi nasıl öldürür ki insanı diye düşünmüştüm. Şimdi anlıyorum, nefes alamaz duruma getirip, boğarak öldürüyormuş.

Sakinleşmeye çalışırken geçirdiğim sürede, gömlekten geriye kalan yırtık parçaları topluyorum. Her bir parçaya ayrı öfke duyuyorum ve artık gözyaşlarımı zapt edemiyorum. Hayıflanıyorum, hırslanıyorum, üzülüyorum, haber vermediğim için kendimi, yanlış haber verdiği için Gül Annem'i suçluyorum, böyle bir tepki verdiği için eşime kinleniyorum. Ağlamak iyi geliyor, kendimi daha sakin ve aklımı toplamış hissediyorum. Aklıma kaynım geliyor. O'na böyle bir akşam yaşatmaktan utanç duyarak, yanına gitmek için odadan çıkıyorum. Balkonda olduğunu tahmin ederek o tarafa giderken, salondan gelen iniltileri duyuyorum. Yavaşça sese doğru ilerliyorum ve salonun kapısının kenarına gizlenerek, gizlice içeri bakıyorum. Bir ağlama krizi daha nüksediyor içimde, garip bir sızı duyuyorum yüreğimin köşesinde ve farkında olmadan yanına gidip, yüzükoyun yerde yatan ve hıçkırıklarla sarsılan omuzlarına dokunuyorum. Tepki vermiyor ama ağlamasını kesiyor. Numara yapıyor düşüncesiyle bana bakması için dürtüyorum. Başını kaldırıp gözlerini yüzüme çeviriyor. Ağlamaktan şişmiş gözlerine bakıyorum.

- Özür dilerim, diyor sessizce.

Cevap veremiyorum. Ağlayan birini görmek hep içimi acıtır ama ağlayan bir erkekse acıyla birlikte bir de çaresizlik hissederim. Babamın ilk kez gözlerini yaşlarla gördüğüm andaki gibi. Şu an ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. Bir yanım az önce duyduklarımla buz kesmişken, diğer yanım akıttığı gözyaşlarıyla yanmaya başlıyor ve ateşe karşı buzun hiçbir şansının olmadığını görüyorum.

- N'olur, diyor, affet.

Gene konuşmuyorum.

- Biliyorum, söylediklerimin açıklaması yok ama sen uyma bana, söylediklerimi ciddiye alma. O an tutamıyorum kendimi ama sonra köpek gibi pişman oluyorum. Unut tamam mı? Duymamış gibi yap.

- Peki, diyorum, ama bir de şöyle düşün. Sen olsan lafını umursamadığın birine adam der misin? Yani beni adam yerine koyma mı diyorsun? Ben şimdi ikilemde kaldım. Ya adam yerine koyup, söylediklerine takılacağım, ya da adam yerine koymayıp, seni hiç takmayacağım, öyle mi?

Gülümsüyor:

- Bak şerefsizim adam olacağım!

Biraz buruk, biraz kırık ve hüzünle soslanmış duygu salatasını yiyorum afiyetle. Ve artık iyice ezberlediğim kayıtsızlık rolüme konsantre oluyorum iyice.

O elini yüzünü yıkamaya giderken, ben de oldukça ayıp ettiğimiz kaynımın yanına gidiyorum. Tahmin ettiğim gibi balkonda oturuyor. İyice ayaz vurmuş geceye. Gidip üzerimize giyecek kalın bir şeyler getiriyorum. Hiç konuşmuyoruz. İkimiz de bakışlarımızı Gülten Teyze'nin artık yeşilliği iyice solan bahçesine dikiyoruz. Neden sonra:

- Çok konuştum abimle, diyor pürüzlü bir sesle. Gerçi kendisi de farkında ama gene de sana karşı ne kadar hatalı davrandığını açıkça söyledim yengem.

- Valla Sarp'ım, diyorum, takmayayım diyorum olmuyor, takınca kendimi yiyorum, şaşırdım kaldım yaa. Gittikçe sapıtıyor anlamıyorum ki neden. Geçenlerde çocukları karşısına almış, hazır ola geçirmiş, birbirlerine tokatlattırıyor. Deliriyorum sandım.

- Aman diyor, gönlümün sultanı aman, sen sakın delirme, abimden beter oluyorsun. Gördüm ya seni öyle elinde makasla, dedim aha çıktı Karadeniz deliliği. Bundan sonra sana hayatta sesim çıkmaz yengem. Korktum Billaha.

Sarp her durumda tebessüm etmemi sağlayan bir sihre sahip. En büyük oğlum gözüyle bakıyorum ve bana ettiği hitap şekilleriyle de karşılıklı bir sevgiyi paylaştığımızı biliyorum.

Soğuktan titreye titreye neredeyse sabahlıyoruz balkonda. Büyük ihtimalle yaptıklarından utandığı için yanımıza gelemiyor abisi. Zaten çoktan yatmıştır. Ben de misafir yatıracak ayrı bir odası olmayan küçücük evimin, üzerinde çocukların uyuduğu oturma odasındaki çekyatların arasına güzel bir yer yatağı hazırlıyorum Sarp'ıma ve günaydın demem gereken yerde iyi geceler dileyerek geçiyorum beni önce parçalayan, sonra da o parçaları gözyaşlarıyla teğelleyen adamın yanına, yatağımıza.




Umuda Tutunmak #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin