Ada Özer
Arkam da olduğunu yeni anladığım Ekin'in kolumu tutması ile ona döndüm. Beni sinirlenmiş görünce sessizce "Hala anlayamadın mı?" dedi.
Neyden bahsediyordu herkes neyi anlamıştı da ben hala anlamamıştım. Ekin'e bakarken Melis'in sakince Bora'ya verdiği karşılıkları duyuluyordu. En son beni benden alan cümleyi Bora'dan duymam ile şaşkınlıktan ağzımın otuz karış açılması bir oldu.
"Herkes anladı belki ama o neden hala anlamadı Melis. Neden en azından ne oldu diye gelmedi. Sevdiğim kadın neden hala onun için yandığımı anlamadı Melis?"
Bu ucu keskin cümle canımı yakmıştı. Sanki canımdan can alınmış gibi bir acı hissediyordum. Bir bıçak düşünün, keskinliğinin artması için ucu yeni bilenmiş bir bıçak. İşte o bıçağın tam kalbinin ortasına girmesi gibi bir acıydı bu. Yâda belli belirsiz bir kâğıt kesiği tam kestiremediğim belki de abarttığım bir duygu.
Ama şundan emindim ki her kelimenin ayrı ayrı üstüne basa basa söylediği cümle içimde ki boşlukta yankılanıyordu.
Sevdiğim kadın neden hala onun için yandığımı anlamadı?
Diye inliyordu kalbim. Her atışın da azalması gerekirken daha da artıyordu kalbimden çıkan ses. Ve en kötüsü kalbim gittikçe hızlanıyor gittikçe daha çok duyar oluyordum bu sesi.
Biliyordum, evet bana az da olsa bir bağ için de olduğunu biliyordum ama bu kadar olduğunu hiç tahmin etmemiştim.
Daha şurada yakın bir zamana kadar onu Eylül'le her gördüğüm de yüreğimin çevresi sızlardı. Hele bir de Bora şefkatle kollarını açıp Eylül'e o güzel parfüm kokusu ile birleşmiş kendine has kokusunu bahşedince, yüreğimde sızı kalmazdı çünkü o görüntüden sonra kalbim tekler, bir süre atışlar yok gibi olur yerini acı alırdı.
Ama şimdi neydi bu acıya sebep olan?
Duygular beslediğim adam nişanlı değildi ve en önemlisi bana karşı olan duygularını öğrenmiştim. Peki, neden hala canım acıyordu.Bu olanlara anlam veremediğim gibi şuan ne yapmam gerektiğini de bulamamıştım. Donup kalan bakışlarım demin ki gürültülü sesten sonra, devrilenin çöp kovası olduğu tahminim bu tarafa doğru gelen kola tenekesi ile doğrulanmış oldu. Şuan bomboş, duygudan yoksun olan beynimin yaptığı tek işlev yuvarlanan teneke kutuyu gözlerim yardımıyla takip etmekti.
Çelik kutu duvarın sonuna geldiğinde benim ayakta durmaya bile gücüm kalmamıştı. Bir an tökezler gibi oldum ama buna rağmen düşmem, bu hissizlikten kurtulmama yardımcı olacakmış gibi bir düşünce içine girip kolumu tutunabilecek bir yer aramaya dahi kaldırmadım.Kalçamın sert zeminle buluşmasını son anda engelleyen Ekin'in kolları ile tutulmam olmuştu. Bana anlayışlı gözleri ile bakıyor. 'Sakin ol!' mesajı yolluyordu adeta.
Ne düşüneceğini bilemeyen bana vücudum bile tepki gösteriyordu. Kalbim artık olduğu yerde atmak istemiyor gibi göğüs kafesime son surat vuruyor ve oradan başlayan bir sıcaklığı tüm vücuduma eşit miktarda dağıtıyordu. Bunun yanında zar zor Ekin'e tutunmak için kullandığım ellerim titremekten bir hal olmuştu.
Melislerin olduğu terastan uzun süren sessizlik sonunda yükselen telefon sesiyle Ekin ile aramızdaki anlayış çekiminin yerini telaş sarmıştı.
Ekin ne yapacağını bilen tavrıyla tutmayan bacaklarımın farkına varmış olmalı ki ben daha söylemeden belimde olmayan diğer elini dizlerimin altına getirerek çeviklikle kaldırıp hızla teras kapısından uzaklaştırdı.
Ne ara geri spor salonunun kapısına gelmiştik bilmiyorum ama ben Ekin yorulmuştur diye endişelenirken o hiç beni taşımıyormuş gibi rahat durunca içim rahatlamıştı. Yani şu durumda ne kadar rahatlayabilirse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~YAZ YAĞMURU~
Romance"Ada sence bizim birbirimizi bulmamız kader değil mi?" Yeşilin tonu ormanları utandıracak , aralara karışmış olan mavinin tonu okyanusları kıskandıracak, en açık tonda ki kahverengi ile toprağı hatırlatacak gözlerini ; rengi sarılıktan dolayı ölü y...