Bora Soysal
Güne uzun zamandır her sabah olduğu gibi lanet ederek başladım. Üzerimde büyük bir halsizlik ve sıkıntı vardı yine. Ada gideli günler günleri kovalamış baya bir süre geçmişti. Yaklaşık bir ay , üç gün; dönüp durduğum yatakta beni sarma haline sokan yorganı hızla atıp doğruldum ve komodinin üstünde ki saate döndüm. Tamı tamına -öğrendiğim saatten beridir- yirmi iki saat geçmişti.
Koskoca bir ay, üç gün, yirmi iki saat geçti. Şaka gibiydi hala o gidişini öğrendiğim sabahın şokunu yaşıyor ot gibi gün geçiriyordum. Hala o gün O'na olan tavrım ve o lanet gece yaptıklarım aklımda bir o yana bir bu yana gidip geliyor. O günkü daranışlarımla kendime bir kez daha lanet okudum.
Hala anlamadığım şeyler var neden kafa dağıtmak için uyadığım da daha çok kafa yoracağım şeyi yapıyorum ki?
Neden canımız sıkkın olunca içiyoruz? İçmek, sarhoş olmak iyi hoşken bunun sabahı olduğunu neden düşünmüyoruz. Evet o an özellikle ben özgür hissediyorum herşeyin hakimiyim gibi. Yağmur, toprak,su hatta ateş tüm yangınların efendisi gibi. Ama asıl gerçek o zamanlarda beyinsiz , kalbi sadece varlığını ispatlamak için atan bir aptal oluyoruz.
Ve işte ben o gece orada yine bu seçimin aptallıktan başka birşey olmadığını birkez daha anlamış oldum. Buna değdi mi? Cevap basit kesinlikle hayır...
Ben evet ben, o gün yine eskiden olduğu gibi 'Playboy' diye adlandırdıkları şerefsiz, aptal aynı zamanda pis sarhoşun teki olmuş ve yeniden hatalar yapmıştım.
Bu aptallık için babamın zamanında attığı dayaklar söylediği ağır sözler hatta vurduğu can alıcı darbeler bile o günü engelleyememişti. İşte böyle birşeydi iradesiz ve güçsüz olmak. Her ne kadar kabul etmesem de bundan yıllar önce Eylül sayesinde bu körlüğe bir son vermişken şimdide yine Eylül sayesinde yeniden kapamıştım gözlerimi. Ama bu sefer sorun kapamakta değildi asıl sorun pençeme aldığım acınası kurbandaydı.
Ada...
Yüzü, gülümsediğin de içtenliğini belli eden sürekli parlayan gözleri... Kafamı acıyla ve hızla sağa sola sallayıp aklıma kazılı olan yüzün gitmesi için acınası halde yalvardım. İnsanın gururuna yedirecek cinsten değildi güvendiğin, kapılarını açtığın kişinin size sürtük gibi davranması.
Aptallıkta hatalardan ders çıkarmamakta bir numaraydım yine ve yeniden.
Dediğim gibi kendimi o günden sonra çok boş hissediyor ne şirketteki işlere kendimi verebiliyor ne de doğru dürüst ders dinliyordum.
Uzun zamandır Eylül'de bize bulaşmıyordu. Hatta odalarımız karşılıklı olup aynı evde kalırken bile sadece ara sıra okulda görmek tuhaf hissettirmiyor değildi. Ama Ada'ya olandan sonra her ne kadar Eylül'e anlatmasak da ona karşı suçlu hissediyordum bu yüzden onadan kaçmam yerine karşılaşmamamız işime geliyordu.
Ada 'ya karşı hissettiğim suçluluk duygusu da günden güne azalmak yerine daha da artmıştı neredeyse telefon şebekesinden nerede olduğunu bulmayı bile düşünmüştüm ama ne zaman Ada ile ilgili fikir yürütsem bizimkiler yani Ekin ve Melis her seferinde onu çürütecek birşey buluyorlardı. Ada gitmemiş gibi davranıyorlardı yada tek beni etkilemişti bu bilmiyorum. O'ndan sonra tek farklılık Melis ve Ekin sevgili olmuşlardı Ada gitti gideli sanırım en güzel haber buydu. En yakın arkadaşının mutluluğuna dahi şahit olamamıştı sırf benim yüzümden.
Yüzü o gün kesit kesit hatırlamama rağmen gün geçtikçe bulanıklığı yok olmuş cam misali en iyi şekilde hatırladığım olaylar tek tek gözümün önüne gelince yeniden yüzümü buruşturarak yatığım yerden kendimi silktim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~YAZ YAĞMURU~
Romance"Ada sence bizim birbirimizi bulmamız kader değil mi?" Yeşilin tonu ormanları utandıracak , aralara karışmış olan mavinin tonu okyanusları kıskandıracak, en açık tonda ki kahverengi ile toprağı hatırlatacak gözlerini ; rengi sarılıktan dolayı ölü y...