Hiç beklemediğin bir anda gelip hayatınızı alt üst edenler yok mu hani? Gözünüzün önüne geldi biliyorum. Hah işte onların yüzüne başta tükürün ki şu kısa hayatta zehir edecekleri günlerin hesabını şimdiden alın içinizde kalmasın. ~watashibus
Ada Özer
Yıllardır yaşadığım ama her zaman ki gibi hiçbir anıma eşlik etmeyen evin içini ve etrafa özenle koyulmuş eski moda mobilyalarını, merdivenden inerken hızla süzdüm. Yataktan kalktığımdan beri her gün ısrarla beynimde artık yerini alması gereken ama bir türlü yerine oturmayan hatıralara sövme egzersizimi tamamlamakla da meşgul olduktan sonra etrafa tekrar bakınıp sıkıntı ile üflediğim nefes bitmeden masanın üzerin de duran bu dönemde külüstür sayılabilecek telefonumu çoktan elime almıştım bile.
"Yine mi, boş gözlerle etrafı süzerken yalnızlığı hatırlayıp durduk yere can acıtmak? Yine mi, tek derdinin ders olması gereken yaşta olur olmadık şeylere kafa takmak? Küçükken demezler miydi büyüdükçe sorun artar diye?" diye mırıldandım.
Sanki bunları söylememi bekler gibi vücudun en dip köşesinden içtenlikle yükselen ses benim yerime cevap verdi.
'Artmak da neymiş efendim! Buna artmak denmez ki sanırsın gökten üzerimize yağmur damlaları gibi dert yağıyor. Sıyıran, bir süre can sıkıp akıyor da ya denk gelenler. İşte asıl onlar sıkıntı. Üzerimizden ne yaparsan yap gitmiyor çabaladıkça bataklık misali daha da batıyorsun. İşte şimdi kurtuldum! Derken sana cevap verir gibi daha büyük dert açıp tenine işliyor...'
O ses ile birlikte her gün daha fazlasını yaşadığım durumu fısıldadım. "Her seferinde eskisinden daha da acıtıyor..." Ama katiyen değişmiyor.
Evden çıkmadan önce son defa günde elli kez açtığım bej rengi vestiyerin kapağını yine açıp, kapağın arkasındaki oval aynadan kendime baktım.
Normalde makyaj yapmayı sevmeyen, doğallıktan yana olan bir kızdım. Tabi ki 'okulun ilk günleri güzel olmak adettendir' düşüncesiyle hafif bir göz makyajı yapmış ve saçlarıma özen göstermiştim. Hatırı sayılır uzunluktaki belirli bir zaman boyunca makyaj yapmadığım için sonuç pekiyi olmamış olabilir fakat "Beterin beteri vardır bence benim ki şuan gayet iyi. Hele de bu kadar uzun zaman sonra yaptıysam çok çok iyi ."diyerek kendime avuntu cümleleri kurduğumdan dolayı cesaret alıp silme gereği duymadım.
Bir süre makyajım ve saçlarımla oynadıktan sonra tekrardan hazır olduğum kararına vararak geç kalmamak için vestiyerin uzun, yere kadar değen kapağını kapatma amaçlı hızlı bir girişimde bulundum. Fakat konu benim gibi sakarlığın vücut bulmuş şeklinde ki bir kızsa vestiyerin askılık kısmında her zaman gereksiz kalabalık olduğunu düşündüğüm asılı duran baston tipli şemsiyelerin ucuna vurmak kaçınılmaz olur.
Vazgeçilmez bir Ada Özer klasiği.
Kolumu vurduğum yer dirsekteki halk arasın da 'sinirin geçtiği yer' olarak adlandırılan kısım olduğu için küçük çaplı bir felç geçirmiş gibi hissedip karıncalanma yaşadım. Bu karıncalanma peşinden uyuşmayı getirdi. Uyuşmanın geçmesi için vestiyerin terlik koyulan kısmında kendime yer açıp oturdum ve sessizce beklemeye başladım. Artık alışmıştım böyle durumlara sık sık anlam veremediğim baş dönmeleri yaşadığım için gördüğüm her yerde kendime oturacak yer açabilirdim ki oturmamı gerektirecek sakarlıklarım da cabasıydı.
Her şeyden çok çabuk sıkıldığım gibi oturmaktan da sıkıldığım için istemsizce dudaklarımdan dökülen şarkı sözleriyle somurtarak kopuyordum. Anlamsız sözler oluşturmayı seven ergenliği geçmiş bir ergen olmak bunu gerektiriyordu. Şöyle oluyor ki dıştan yüzüm asık sadece sallanırken içimde ki hala 'eğlenmek' kavramını taşıyan taraf özgürce dans ediyordu. O zaman dans! Renk! Diye inletiyordu ortalığı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~YAZ YAĞMURU~
Romance"Ada sence bizim birbirimizi bulmamız kader değil mi?" Yeşilin tonu ormanları utandıracak , aralara karışmış olan mavinin tonu okyanusları kıskandıracak, en açık tonda ki kahverengi ile toprağı hatırlatacak gözlerini ; rengi sarılıktan dolayı ölü y...