4.Bölüm: "HUZUR"

3.6K 982 199
                                    

        İkisi de hisleriyle, bakışlarıyla, konuşuyordu adeta. İlk kez görmüşlerdi birbirlerini lakin yıllardır birbirlerini iliklerine kadar ezberleyen iki aşık gibi gözleriyle konuşabiliyor, hissedebiliyorlardı. Onlar bakışadursun, uçuş saati de yaklaşıyordu. Birkaç saat sonra bu bakışlardan sonsuza kadar mahrum kalma ihtimali dank diye vurdu Vedat'ın aklına. Bunu hiç istemiyordu oysa. Orada bıraksalar gözlerini kırpmadan satlerce bakabilirdi cennet gözlü Dilan'a. Sahi uçuş yaklaşıyordu. Yoksa Haklı mıydı Tamara ? Cennete uçmak bu muydu? Dilan ile aynı uçağa binmek miydi? Onun için elbette ki bindiği uçakta Dilan'ın olması başlı başına bir cennetti! Anons ile kendine geldi. Uçuş başlayacaktı. Hareketlendiler. Vedat tekrar Huzur'a baktı. O da hareketlenmişti. Gerçekten de aynı uçağa bineceklerdi. Tarifi imkansız heyecanı da giderek artıyordu.

       Bir türlü Seval' den ayrılamıyorlardı. Çok ağlamıştı annesi. Doya doya sarıldı kızına. Hiç bırakmak istemiyordu. Tüm ailenin gözleri ağlamaklı sırayla vedalaşıyorlardı Seval ile. Vedat annesine teselli verirken birden Dilan ile göz göze geldi tekrar. Onları izliyordu tam arkalarında ve üzülmüştü o da ister istemez. Dilan'ın annesi de izliyordu onları ve aile arasındaki bağ dikkatinden kaçmamıştı. Vedat son kez sarıldı ablasına. Sanki ruhunu söküyorlardı bedeninden. Çetin ile de vedalaştıktan sonra uçağa doğru yoneldiler. Tekrar Dilan ile göz göze geldiğinde Tamara tekrar fısıldamıştı "Ulaş O'na" diye ve yine bir şeyler dank etti aklına. Sosyal hesabında yer bildirimi yapmıştı.
"Sahi ya, Huzur da burada bildirim yaptıysa eğer ona ulaşabilirim" diye geçirdi aklından. Hemen açtı hesabını ve aramaya başladı. Yüzlerce kişi arasından bir fotoğraf dikkatini çekmişti hemen. O bakışında kaybolduğu gözleri kaçırması imkansızdı. Dilan'dı ismi. Kazıdı bu ismi beynine ve eli gitti tuşlara. Ulaşabilirdi Huzur'a lakin korkuyordu reddetme ihtimalini hazzetmediği için. Ama bu kadar kolay pes edecek değildi elbet. Arkadaşlık isteği yolladı ve beklemeye başladı. Dilan'a ilişti gözleri. Dilan sürekli telefona bakıyor, sonra Vedat'a bakıyor, gözlerini kaçırıyordu ürkek ve telaşlı bir ceylan edasıyla. Vedat ise ilk defa kendiyle birlikte kalbinin de yerinde duramamasını hissederken tekrar Dilan'da kaybolurcasına kendi içinde konuşmaya başladı.

    "Görüyorsun Huzur. Kabul et artık!"

     "Kabul etsem ne der acaba. Yok yok hemen olmasın. Bekleyeyim."

      "Yanlış mı anladı acaba. Kabul etse anlatırım kendimi. Yok yok kesin yanlış değerlendirecek beni. Kötü niyetimin olduğunu düşünecek. Ah kalın kafam. Bir çuval inciri berbat ettim. Sanki tanışmanın başka bir yolu yokmuş gibi düşünmeden acele ettim"

          Vedat kendiyle iç hesaplamasını yapadursun Dilan'ın derdi başkaydı ve "Gözlerine bakmaya kıyamıyorum çocuk. Kabul etsem nasıl konuşacağım?" diyen kendi iç sesiyle meşguldü. Vedat yanlış anlaşıldığını düşündüğü için bir an isteği geri çekmeyi düşündü lakin bir türlü eli yanaşmadı telefona. Onun gözlerine baktıkça içten içe umudu tazeleniyordu çünkü. Şimdilik vazgeçti bundan. Kabul etmezse en azından denemiş olacaktı şansını.

         Şimdilik kabul etmedi Dilan. Uçağa bindiler. Uçak çok kalabalıktı. Sürekli arkaya bakıyordu Vedat. Huzur birkaç koltuk arkadaydı. Annesi cam kenarında oturmuştu. Dilan ise orta koltuktaydı ve ne hikmettir ki uçakta tek boş koltuk onun yanındaki koridora bitişik olan koltuktu. Bu kadar da değildi üstelik. Vedat'ın oturduğu koltuğun kemeri uğraşmasına rağmen kapanmıyordu. Görevli hosteslerden yardım istedi lakin onlar da sorunu çözemedi. Kemerin yuvası arızalanmıştı ve uçuşa birkaç dakika kalmıştı. Mecburen yeri değişecekti. Görevli hostes; "Sizi birkaç sıra arkadaki boş koltuğa almak durumundayız. Birazdan kalkışa geçiyoruz ve kemerinizin bağlı olması gerekiyor. Aksaklıktan dolayı özür dileriz" diyerek yer gösterdi. Vedat çok şaşırmıştı. Başını sallayarak onaylar bir biçimde "Önemli değil sorun yok" diye küçük bir tebessümle cevap vererek kalktı yerinden. Hostes Dilan'ın yanına gelerek eğildi ve kısık bir sesle; "İyi uçuşlar hanımefendi. Bir bay yolcumuzun emniyet kemerinde küçük bir aksaklık oldu ve arıza yaptı. Uçuş esnasında kapalı olmak zorunda. Tek boş koltuğumuz sizin yanınızda. Sizin için de bir mahsuru yoksa buraya alacağız" dedi. Dilan da sakin ve anlayışlı bir ses tonuyla "Tabii ki bir mahsuru yok. Nasıl uygun ise öyle yapın" diyerek cevap verdi. Hostes teşekkür edip tekrar doğruldu. Hostesin arkasında beliren çocuğu görünce gözlerine inanamadı. Kemeri bozulan yolcu Vedat'tı. Ne yapacağını bilmeden hareketsizce kalakaldı öylece. Dizleri titreye titreye birkaç adım önündeki koltuğa geçen Vedat da heyecandan öleceğini düşündü bir an. Kemerini bağladı ve anonsların ardından uçuşa geçildi.

       Uçağın havalanmasının ardından henüz 20 dakika geçmişti. Annesi cam kenarından dışarıyı seyrederken uyumuştu. Fırsat bu fırsattı lakin ikisi de heyecandan suspus şekilde hiç kıpırdamadan hatta neredeyse nefes bile almadan duruyorlardı. Uçak hafif alçalırken düşecek gibi oluyordu. Daha doğrusu Vedat öyle sanıyordu. Normaldi. Yendi sandığı uçak fobisi Dilan'ın yanında olmasının heyecanıyla kendini gün yüzüne çıkarmıştı. Yine öyle bir alçalma sırasında bir  refleks ile elini Dilan'ın bileğine atıp sıkmaya başlad lakin farkında değildi. Gözlerini kapatmış yüzünü buruşturmuş biçimde uçağın düzelmesini bekledi. Nihayet sorun olmadığını hissedince açtı gözlerini. Yaklaşık 15 saniye kolu acımasına rağmen durumu fark ettiği için ses çıkarmayan Dilan heyecanını birden unutmuş, alaycı bir şekilde ona bakıp gülüyordu. Vedat da kendisine gülündüğünü fark edince ona dönüp kısık bir sesle;

      "Neden güldüğünüzü sorabilir miyim acaba?" dedi. Kendisi de tebessüm ediyordu hafif. Korktuğu için utanıyordu çünkü.

       "Bileğim çok acıdığı için gülüyor olabilir miyim acaba?" diyerek diğer eliyle işaret etti bileğini. Vedat içinde bulunduğu durumun etkisiyle farkında olmadan hala sıkıyordu bileğini. Birden elini çekerek;
       "Ya ben çok özür dilerim. Afedersiniz. Hiç farkında değilim inanın" dedi.
       "Hiç sorun değil. Uçağın düşmemesi için işe yaradıysa problem yok"
       "Sağ olun ya. Tam dalga geçilecek bir durum"
        "Değil mi?"
        "Değil. Ama siz geçin. Madem bileğiniz acıdı intikamınızı alın"

       Hafif tebessüm içinde heyecanlarını yenerek konuşmaya başlamışlardı lakin bu durum pek de uzun sürmedi. Annesi hafif kıpırdanarak uyanmaya başlayınca konuşmaları bıçak gibi kesildi ve toparlandılar hemen. Aradan 1 saat daha geçti. Tekrar uyumaya niyeti yok gibiydi. Sessizliğin verdiği stresle heyecanları tekrar kendini yenilemişti. Cennete yolculuğun huzuru, Vedat'ın yüreğinde coşkun bir deniz gibi kuduruydu. Çok yorgun olmasına rağmen heyecandan gözüne uyku girmiyordu. Kısa bir sohbet imkanı bulmuştu ama hala sosyal medyadan gönderdiği arkadaşlık isteğini kabul edecek mi diye düşünüyordu. Aynı zamanda Dilan da sürekli yanında oturan, gözlerinin derinliklerinde kaybolduğu çocuğu sürekli süzüyor, ne yapması gerektiğini düşünüyordu. İkisi de dünyadan kopmuş halde düşüncelere dalmışken iki saatlik yolculuğun da sonu gelmiş, İzmir'e ayak basmışlardı. Vedat ilk olarak uçakta kapattığı telefonu açarak Huzur'a baktı. Kabul etmemişti henüz ama reddetmemişti de. Bu yüzden umudu tazeliğini koruyordu henüz.

        Uçak yolculuğu yapanlar iyi bilirler. Bir bant üzerinde valizler döner, tüm yolcular kendi eşyalarını beklerler. Dilan ve Vedat valizlerini beklerken aralarında birkaç metre mesafe vardı. Cennete bukadar yakınken ona dokunamamak çıldırtıyordu. Vedat gözlerini hiç kırpmadan Huzur'u izlerken kim bilir valizi kaçıncı turunu atmıştı. Dilan da kaçamak bakışlar ile ürkekçe karşılık veriyordu. Çünkü Babası birkaç metre arkalarındaydı ve farketmesinden çekiniyordu. Tabi Vedat'ın bundan haberi yoktu ve böyle hayran şekilde bakmaya devam ederse dayak yeme ihtimali bile vardı.

        Valizler alınmış, eve gitme vakti gelmişti. Çıkışa doğru yöneldi Vedat ama aklı geride bıraktığı cennetteydi. Ağabeyi Erkan otomobili ile gelmişti karşılamaya. Son kez döndü arkasına. Göz göze geldiler yine. Çaresiz bakışlar içerisinde gözlerini devirerek bindi araca Vedat. "Kal!" der gibiydi Dilan'ın bakışları ama gidiyordu işte. Uzun uzun baktı arkasından. Karanlıkta kaybolana kadar baktı. Sahi Cennete bukadar yaklaşmışken şimdi karanlığa mı gidiyordu Vedat? Onun gözlerine gözlerini devirdiğinde birden bire dünyası aydınlanırken karanlığın içinde kaybolduğunu görmek hiç olmamıştı.

"DİLAN"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin