Dört ay olmuştu. Yoğun bir tedavi dönemiyle geçen koca bir dört ay! Kemoterapi gördüğü için dökülüyordu saçları ve kaşları. Bu yüzden kazımışlardı. Narin vücuduna ağır gelen tedavi yöntemleri oldukça zayıflatmıştı Dilan'ı. Ama mutluydu, çünkü sevdiği adam yanındaydı hep. Elini hiç bırakmıyordu. Vedat, Dilan'a çok güçlü görünerek destek olurken, bir yandan da her gece gizli gizli ağlıyordu sabahlara kadar. Nasıl ağlamasın ki? Gözlerinin önünde eriyip bitiyordu sevdiği ve elinden hiç bir şey gelmiyordu. Her tedavi günü yanında oluyor, elini hiç bırakmıyordu. Sarıldığı zamanlarda başından öpüyordu saçlarının döküldüğü yerden. Gizlice cüzdanında taşıdığı Dilan'ın birkaç saç telini öpüp kokluyordu sürekli. Sevdiği için kendi saçlarını bile kazıtmış, ona yalnız olmadığını hissettirmeye çalışmıştı. Oldukça zor bir durumu iliklerine kadar hissediyordu. Zor olmaması mümkün olamazdı.Siz hiç sevdiğiniz bir insanın öleceğini bilerek yaşadınız mı? Her sabah uyandığınızda "Acaba bugün mü?" diye sordunuz mu kendinize kahrolarak? Bir zamanlar uyanır uyanmaz sevdiğinize sevinçle mesaj atarken, sonralarda yataktan fırlayarak mesaj attınız mı cevap alamama ihtimalini düşünerek, korkarak? Eğer bu duyguları yaşamadıysanız, bilin ki hayatın böyle gerçekleri var. Bu gerçeklerle yaşamak zorunda kalan insanların olduğunu bilerek şükredin halinize. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle birbirinizin kalbini kırarken, kahrolası gururunuza yenilip sevdiğinizden uzaklaşırken, bir yerlerde böyle ölüm yüzünden ayrılmak zorunda kalacaklarını bilerek yaşayan insanları düşünün. Kaybettikten sonra değil, yaşanması gereken mutluluklara fırsatınız varken bilin sevdiğinizin değerini. "Her şey için çok geç!" cümlesini telaffuz etmemek için kendinizden bir şeyler feda edin gerekirse. Çünkü mutluluk eşittir fedakarlık demektir!
Son günlerinin geldiğini düşünen ve bu günlerde Dilan'a destek olmak isteyen herkes oradaydı. Anne babası, kardeşleri, arkadaşları... Artık herkes Vedat'ı da biliyordu üstelik. Cennet yüzlü kızlarına bu kadar bağlı olduğu için onu da evlat bilmişlerdi. Onlar da kahroluyordu. Evlat acısını kim kaldırabilir ki bu dünyada? Artık doktorların da yapacağı pek birşey kalmamıştı. Son iki haftalık tedavi sonuçlarından sonra taburcu edeceklerdi.
Vedat sabah saat 09:42'de ısrarla çalan telefonun sesiyle uyandı. Dilan'ın doktoruydu arayan. Beyninden vurulmuşa döndü Vedat. Cesaret edemiyordu açmaya. Elleri titremeye başladı. Zor da olsa açtı telefonu. "Vedat evladım, hemen hastaneye gelmen gerekiyor." dediği anda gözleri karardı Vedat'ın. Titreyen ellerinden kayıp düştü telefon. Donup kalmıştı resmen. Gözlerinden süzülürken yaşlar, doktorun sesi hala geliyordu telefondan. Israrla sesleniyordu lakin Vedat adeta kopmuştu dünyadan. Kendini yere yan yatırıp ayaklarını karnına çekmişti istemsizce. Yaklaşık yirmi dakika geçmişti ama hala aynı vaziyette yatıyordu. Ağlamaktan kan çanağına dönmüştü gözleri. Hıçkırıklar boğazına düğümlenmişti. Telefonu sürekli çalıyor, lakin Vedat yarım metre önündeki telefonun sesini duymuyordu. Haberi duyan herkes Vedat'ı arıyordu ama kimse ulaşamıyordu. Vedat bile kendi bilincine ulaşamıyorken kimi duyabilirdi ki? Ruhunu teslim etmeye hazır bir bedeni vardı. Dilan' ın olmayacağı bir hayatta zaten yaşayan bir ölüden ne farkı olabilirdi ki?
İstemeden beklediği gün gelmiş, canından çok sevdiği Huzur'unu kaybetmişti. Yaşamak istemiyordu artık. Bir yandan telefon, diğer yandan kapı zilinin sesi eşliğinde doğruldu yerinden lakin mutfağa yöneldi. Daha önce Dilan'ın vakit geçirdiği her mekana, onun ilaçlarından koymuştu. Mutfaktan onun haplarından bir şişe alıp tekrar salona geçti. Cüzdanında sakladığı saç tellerini, Dilan'ın vitrinden indirdiği fotoğrafının üzerine koyarak tekrar ağlamaya başladı. Derin düşüncelere dalmıştı ve "Dilan'ım, Huzur'um, her şeyim! Aylardır seninle birlikte her gün ben de ölüyorum. Demek tamamen yitip gitmek varmış kaderinde. Sensiz bir hayatta alacağım her nefes artık bana haram olur. Yaşamak hiç bu kadar zoruma gitmemişti. Ama merak etme minik kuşum. Kanat çırparak gittiğin yerde de yalnız bırakmam seni. Geliyorum arkandan. Sakın kızma bana. Bu benim sonum değil, senle yeni bir başlangıcım olacak." diyerek şişedeki tüm hapları bir kerede içti. Beş dakika sonra gözleri kararmış baygın halde yatıyordu. Dilan'ın haberini alan ve Vedat'a ulaşılamadığını duyan Seval ablası da evin anahtarını o gün Vedat evde diye yanına almamıştı ve kapıya dayanmıştı. Son çare olarak, eniştesi Çetin ve birkaç komşusu, ellerine geçen şeylerle kapıyı kırdılar. İçeri girdiklerinde Vedat'ı yerde bulan ablası çığlıklarla oturdu kardeşinin başına. Göz yaşları sel olmuştu. Ambulans geç gelir diye hemen kendi aracına taşıdı Çetin. İçtiği ilacı da yanlarına alıp on dakika sonra hastaneye vardıklarında, artık içli dışlı oldukları birçok hastane personeli oraya toplanmıştı. Hemen midesini yıkamaya aldı doktor. Erken müdahale ile hayatta tutmayı başarmışlardı.
Saat 15:22 olmuştu. Yavaş yavaş kendine geliyordu Vedat. Uyanmak üzereydi. İlk önce kulağına ağlama sesi geldi. Kendine geldikçe ses netleşiyor, tanıdık geliyordu. Sonra elini sıkıca tutan bir el hissetti. Ağlayan kişiye ait olmalıydı. Gözlerini güçlükle araladığında gördüğü karşısında şaşkına dönmüştü. Elini tutan ya gerçekten Dilan'dı, ya da ilaçların yan etkisi olarak hanisülasyon görüyordu. Dilan da Vedat'ın kendine geldiğini görür görmez koşarak doktorlara haber verdi. Herkes sevinç çığlıkları atıyordu. Şimdilik içeriye sadece Dilan'ın girmesine izin vermişlerdi. Baş başa kaldıklarında Vedat hiç beklemeden girdi söze;
"Dilan'ım bu gerçek mi? Hayal mi görüyorum? Sen misin bu yoksa ben öldüm de cennette sana mı kavuştum?"
"Sus şapşal ne ölmesi? Nasıl yaparsın sen böyle birşeyi Vedat nasıl? Demek bana birşey olduğunda canına kıyacaktın öyle mi? Seni ben ne yapayım şimdi ya?"
"Allah'ım sana şükürler olsun! Yaşıyorsun sen Huzur. Doktor bey arayınca ben sandım ki..."
"Ne sandın Vedat ne sandın? Doktoru dinlememişsin bile!"
"Ama ilk kez böyle telaşla aradı ve hemen gelmem gerektiğini söyleyince ben kendimi kaybettim. Dünya karardı gözümde Dilan! Sonrasını hatırlamıyorum bile. Ben sensiz nasıl yaşardım?"
"Vedat sana inanamıyorum ya! Ben ölsem de sen benim için yaşayacaksın! Ölmek falan yok anlıyor musun yok! Kimse ölmeyecek. Ne sen ne de ben!"
"Nasıl yani? Ne demek bu şimdi?"
"Ölmüyorum demek! İyileşiyorum, tedaviye cevap veriyor muşum demek, başının belası olmaya devam edeceğim demek!"
Duydukları karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı Vedat. Sevinçten kalbi bu sefer gerçekten duracak gibiydi. Midesi yeni yıkanmış ve halsiz olmasına rağmen, müthiş bir hışımla yattığı yataktan fırlayarak doğruldu Dilan'ın önünde. Ellerinden tutup gözlerinin içine bakarak heyecanla başladı sorular sormaya.
"Sen ne söylüyorsun Dilan'ım! Şaka yapma bana sakın! Duyduğum doğru değil mi? Tuttuğum bu ellerin ellerimden kayıp gitmeyecek değil mi? Artık beraber miyiz yani hep?"
"Evet beraberiz hep. Seni bırakıp nereye gideyim şapşal? Beni sen bağladın tekrar bu hayata. Bana güç verdin, umut oldun. Son günlerime yaklaşırken bir mucize gibi tersine döndü her şey. Doktorlar bile hala inanamıyor. Son iki haftalık tedavi sonuçlarımı gören doktorlar anlam veremiyor bir türlü. Biz başardık Vedat'ım biz! İşte bu haberi vermek için aramıştı doktor seni. Dinlemeden ölmeye çalışıyorsun aptal şey! Ben hayata tutunmuşken sen gidecektin az kalsın. Çok korkuttun herkesi!"
"Allah'ım ne yaptım ben? Her şeyi mahfedecektim! Sana tamamen kavuşacakken senden ebediyen kopacaktım! İyileşmene sevinemeden seni kahredecektim. Özür dilerim birtanem. Affet beni. Gel buraya Huzur. Sadece sarıl bana!"
Kollarını mutlulukla açarak deliler gibi sarıldı sevdiğine Dilan. Desteğiyle hayata tutunduğu adamın güven kokan göğsüne dayadı başını. Onun için dünyanın en güvenli ve en huzurlu yeriydi orası. Vedat sevdiğinin cennet kokusunu içine çekiyor, hayatta olduğu için şükürler ediyordu. "Sen benim başıma gelebilecek en güzel şeysin." diye fısıldıyordu kulağına. Vedat biraz daha kendine gelince, el ele tutuşup çıktılar hastanenin koridoruna. Herkes adeta sevgi yumağı oluşturmuştu etraflarında. Kara bulutlar dağılmış, yüzlerinin samimice gülebilmesi için sebepleri olmuştu.
Sevginin sihirli gücü yeniyordu kanseri. Çok yenen olmuştu bu hastalığı lakin bu son evresine ilerlemişken, aniden herşeyin bu kadar hızlıca tersine dönmesinin emsali bile görülmemişti. Doktorların yine de emin olabilmek için bir müddet daha gözlemlediği Dilan, bir kaç ay sonra tamamen sağlığına kavuşmuştu. Kanseri döve döve yenmişti. Tüm İlaçlarını toplayıp Vedat ile birlikte yok ettiler. Onlar birbirlerinin ilaçlarıydı zaten. Onlar artık sadece gelecek planları yapıyorlardı ve bunu en çok hak edenlerdi.
NOT:
BU BÖLÜMDE YAZDIKLARIMLA İSTEMEYEREK ÜZDÜĞÜM OKURLARIMIN AFFINA SIĞINARAK İYİ OKUMALAR DİLERİM !
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"DİLAN"
RomanceBu kitap; sevmeyi bilenlere, aşkı yüreğinde taşıyabilenlere, elini taşın altına koyabilenlere... Bu kitap; aşk için gerektiğinde yanabilme ihtimalini göze alabilenlere, yüreğinde umudunu hep taze tutabilenlere, vazgeçmeyi zihninde yok edebilenlere...