Bir günü daha geride bırakmışlardı ve buluşma günü yaklaşıyordu. Her geçen gün daha da artıyordu heyecanları. Yeni bir güne uyanmak onlar için hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Her günlerine anlam katan bir huzurları vardı onların. Gece mesajlaşırken uyuyakalıp ellerinden düşürdükleri telefonlarını, her sabah gozlerini açar açmaz bir hışımla yerlerinden fırlayarak yatağın içinde arıyordu ikisi de. Adeta hayat, onlar için birbirlerine yazacakları birkaç cümleyle başlıyordu. Yine öyle bir sabahtı. Gözlerini açar açmaz aklı ile kalbinin bütünleşerek haykırdığı Dilan'ı düşündü Vedat. Günlük alışkanlık haline gelen sabah mesajını, sevdiğine en yakışacak şekilde yazmaya başladı. Ne yazarsa yazsın onu anlatacak güzellikte bir cümle kurmasının imkansız olduğunun farkındaydı lakin boş mesaj atsa bile, sırf sevdiğinden gelecek diye mutlu olacak da bir Dilan vardı! Ama olsundu. Boşluk doldurmayı çok severdi Vedat. Aşk ile...
"Bu sabah bambaşka bir huzur ile uyandım. Sahi gözlerini açarken yüzü güler mi insanın? Gülüyormuş işte. Güneş benim için doğdu bu sabah. Artık yolum hep aydınlık. Ruhumu okşayan tarifi zor hisler ve bunun verdiği huzurla hayata sımsıkı bağlanan bir ben var bugün. "Hayatıma anlam kattın" cümlesinin anlamında kayboldum bu sabah. Günaydın Huzur'um. Gün bize aydın!"
"Senin gibi ruhu diline vurmuş bir sevgilim olduğunu bilerek sabaha gözlerimi açmak dünyanın en huzurlu olayı. Yok bu dünyanın yedi harikası falan! Senden harikası fazla bu dünyaya ve bu dünyanın en harika sevgilisine sahip olan, dünyanın en şanslı insanı olarak sana kocaman bir GÜNAYDIN diyorum. Günaydın Vedat'ım! Günaydın Dilan'ın Vedat'ı!"
"Bana bu kadar bağlanıyorsun ama ileride başka bir hanımefendi ile paylaşmak zorunda kalacaksın beni haberin olsun hayatım."
"Vedat gebertirim seni! Ne saçmalıyorsun sen? Kimden bahsediyorsun? Açık konuş benimle!
"Dur yahu sakin ol. Şöyle açık konuşayım: Geceleyin odamıza gelip 'Anneciğim, babacığım, çok karanlık korkuyorum! Bu gece aranızda yatabilir miyim?' diyerek dudağını büzüştüren, minicik elleri olan bir prenses olabilir mesela."
"Yemin ediyorum kalbim duracaktı! Başta söylesene şunu! O günlerin gelmesini ben senden daha çok istiyorum. Seni bir tek onunla paylaşabilirim emin ol. Hem bak ben kızımızın ismini bile düşündüm. Tabi sen de uygun görür ve beğenirsen Arin ismini çok istiyorum."
"Harika bir isim düşünmüşsün zaten. Kulağa ne kadar da hoş geliyor. Buna hayır demek aptallık olur sevgilim."
"Sen çok farklısın sevgilim. Elimi asla bırakma."
"Ben de normal, sıradan bir insanım işte hayatım. Neyim farklı olsun ki?"
"Duruşun, düşüncelerin, derinliklerinde kaybolduğum gözlerin... En önemlisi de vicdanın. İnsanları birbirinden ayıran en büyük şey bu bence. Ben insanları ikiye ayırıyorum. Vicdanı olanlar ve olmayanlar... İşte sen de bu hayatta tanıdığım, ruhu çocuk, vicdanı en kocaman adamsın!"
"Zaten vicdanını kaybetmiş bir kişi, insanlığını kaybetmiştir. Vicdanını kaybetmiş bir toplum ise yok olmaya yüz tutmuştur. Ayrıca asıl farklı olan sensin. Uzun zamandır arkadaşım, dostum dediğim kimi insanları bana ilgi duydular diye çıkardım hayatımdan. Yeni tanıştığım ve bana ilgi duyan insanlar da dokunamadı kalbime. Benim dokunabileceğim kimse de olmadı çünkü kimse güven vermedi. Sonra sen çıktın karşıma ve 'Tamam' dedim. 'Tamam senin kaderin bu!' Kimse beni hayata bu denli bağlamadı. Seni ilk gördüğüm günden beri kalbim yerinden sökülecek gibi. Heyecanım geri geldi. Yaşamak asıl şimdi anlam kazandı benim için."
"Sana söz veriyorum mutlu olman için sana ömrümü adayacağım. Sen buna değersin. En zor zamanlarında beni hep yanında bulacaksın. Seni çok seviyorum geleceğim! Daha önce tatsız şeyler yaşadık ama hepsi geride kaldı. Seninle her an mutlu olacağız. Bunun için ben herşeyimle varım!"
Her gün bir önceki güne nazaran daha çok heyecanlanıyorlardı. Sürekli iletişim halinde olmalarına rağmen ilk günkü heyecanları, her saniyelerinde baş gösteriyor, buradayım diyordu. Günleri böyle huzur dolu geçerken, Dilan'ın İstanbul'daki işleri de son gününe gelmişti. Bir sonraki gün sevdiğine kavuşacak olmanın verdiği huzur ile uyanmıştı. Sürekli yarının hayalini kuruyordu. O ilk buluşacakları anı, beraber yürüyecekleri yolları, oturup saatlerce konuşacakları, susup uzun uzun gözlerinin içinde kaybolacakları anı düşlüyordu. Çok seviyordu Vedat'ı. Farklı görüyordu herkesten. Ulaşılması imkansız bir kahraman gibiydi onun gözünde. Sahip olduğu bu eşsiz kişiliğin farkındaydı ve bunun için şükürler ediyordu. Bu düşünceler arasında telefonu eline alarak mesaj attı ona "Günaydın ömrüm" diye fakat gelmeyen cevaptan sonra Vedat'ın henüz uyanamadığını farketti ve uyanmasını beklerken içini dökmeye başladı.
"Vedat'ım! Dilan'ın Vedat'ı! Ne güzel de uyuyorsundur şimdi. Seni düşünüyorum beklerken. Yok yok seni değil bizi düşünüyorum sevdiğim. Şükürler olsun ki yarın kavuşuyorum sana. Geldi artık büyük gün. Birlikte dolu dolu bir gün geçirelim diyorum ama ben senin yanında utanırım ki! Yemek falan yiyemem. Olsun zamanla alışırım. He bir de evimizi düşünüyorum. Senin o muhteşem hayallerini düşünüyorum. Fazla eşya almayalım evimize sevgilim. Şöyle sade, spor, minimalist bir evimiz olsun. Biraz salaş tarzda eşyalar ile dizayn edelim ki rahat ederiz. En önemlisi ortak bir kitaplığımız mutlaka olmalı. Hatta kitap okuma köşemiz olsun. Birlikte okuruz, bazen de birbirimize okuruz. Bir odayı sosyal faliyet odası bile yapabiliriz mesela. Dev bir ekranda sinema filmi izler, müzik köşesi yapar, kitaplarımızı yığarız o odaya. Buna benzer hobilerimizi oluştururuz orada ne dersin? Çocuklarımızı da özendiririz hem. Aşkım ben çok konuştum sanırım. Sen de uyan artık çok özledim seni."
Vedat uyanmıştı fakat bilinçli olarak cevap vermiyordu. Çünkü Dilan'ın yazdıklarını hayranlıkla okuyor, bölmek istemiyor, başka neler yazacağını merak ederek bekliyordu. Okudukça kendini buluyor, duygulanıyordu. Kalbi yumuşuyor, bambaşka bir kişiliğe bürünüyordu. Sevdiğinden gelen her mesaj, gökyüzüne şükürler astırıyordu. Dilan'ın yazdıkları bitince o sıcacık cümleleri soğutmadan cevap verdi sevdiceğine;
"Aşkım neler yazmışsın sen böyle? Beni haddinden fazla mutlu ediyorsun. Bu nasıl bir sabah böyle? Seninle her sabah böyle uyanacaksam hemen evlenelim biz sevgilim.""O da olacak hiç kuşkun olmasın. Sıkıldım seni beklerken. Kendi kendime konuştum öyle. Çok özledim seni. Yarın yanında olacağım ve bu heyecanım beni benden alıyor. Kalbim bağımsızlığını ilan etti. Başına buyruklaşan kalp ritimlerimi dizginleyemiyorum."
"İnan senden kalır yanım yok. Doyasıya sarılmak istiyorum. Uzun uzun bakışıp, doya doya dokunacağım sana ve heyecandan her an ölebilirim. Zaman kavramı alt üst olmuş geçmek bilmiyor sevgilim."
"Şu an bir an önce zaman geçsin, yarın olsun istiyorum ama senleyken zaman dursun hep öyle kalalım. Daha ne isterim ki ben?"
Zaman onlar için geçmiyor olabilirdi fakat geçiyordu işte. Gün boyu biraz telaşlı ve heyecanlı, biraz da meraklı bir bekleyiş içinde konuşmuşlardı. Dünyada olup biten hiçbir şey, hiçbir kimse onları başka bir şey düşünmeye yeltendiremezdi. Dünya birbirlerinden ibaretti. Hiçbir şey düşünemiyor, sürekli yarının hayalini canlandırıyorlardı zihinlerinde. Türlü türlü seneryalor yazıp yazıp oynatıyorlardı. Nitekim zaman geçmiş ve ertesi gün gelip çatmıştı. Zamanın kendini donduracağı, kainatın bu emsalsiz aşkın önünde saygı ile eğileceği o büyük gün...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"DİLAN"
RomanceBu kitap; sevmeyi bilenlere, aşkı yüreğinde taşıyabilenlere, elini taşın altına koyabilenlere... Bu kitap; aşk için gerektiğinde yanabilme ihtimalini göze alabilenlere, yüreğinde umudunu hep taze tutabilenlere, vazgeçmeyi zihninde yok edebilenlere...