🍇16. BÖLÜM🍇

164K 9.9K 428
                                    

Keyifli okumalar canlarım. Yorumlarınızı eksik etmeyin. Yıldıza bastıysanız başlayabilirsiniz💫💫💫

🍇

Gözlerini araladığında odasının kapısının önündeydi. Karşısındaki duvara baktı. Duvarda asılı olan saatin bire geldiğini gördü. Bir saatten fazla bir süredir burada yatıyor olmalıydı. Her yanı ağrırken elinde hissettiği sızlamayla eline baktı. Elinin üstündeki kızarıklık çok açık bir şekilde yanık iziydi. Elini nasıl yaktığını hatırlamıyordu, düşündü? En son su kaynatıyordu. Papatya çayı içecekti. Sonrası yoktu... Muhtemelen o sırada panik atak krizi geçirmeye başlamıştı. Elini de o an yakmış olmalıydı.

"Sadece hayaldi." dedi kendi kendini teskin etmeye çalışarak. Ancak korkusu yeniden baş göstermeye başlamıştı. Yine de gidip içeriyi kontrol etmek zorundaydı. Kriz anında neler yapmıştı bilmiyordu çünkü. Yangın çıkartmış olabilirdi mesela...

Ayaklandı ve bu kez hiçbir işe yaramayacağını bilse de şarkının devamını mırıldanmaya başladı.

"Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış..." kapının kilidini açıp salona bakındı. "Bir zalimi görmüş ona aldanmış. Ooo lelli. İpekten ince kirpikleri gülermiş hep bebekler gibi. Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış. O lelli" Mutfağa girdi ve etrafa bakındı.

Çaydanlık ocağın üstüne yan düşmüştü. Ocağın yanına gidip gazı kapattı ve pencereyi açtı.

Yere çömeldi ve eline baktı. "Pamuk gibi beyaz elleri, sepetinde kır çiçekleri gözyaşıyla solmuş, mazide kalmış." derken eli bu kez ter yüzünden sızlayan boynuna gitmişti. Eli boynuna değdiğinde ise çok daha büyük bir sızı kendini gösterdi. Acısına rağmen gülümsedi.

"Kaybolmuş şapkası, gözleri nemli... Yollarda eskimiş mor entarisi ooo Lelli. Kaybolmuş şapkası gözleri nemli, denizler ağlarmış o günden beri..."

Gözlerinden akan tuzlu sıvı yanaklarını da sızlatmıştı. Kim bilir ne çok ağlamıştı yanakları tuzdan tahriş olmuştu. Şarkının son kısmını da söyleyerek şarkıya veda etti. Çünkü bir daha asla bu şarkıyı söylemeyecekti.

"Gel zaman, git zaman kalbinde sızı... Zalimin sevdası mahvetmiş kızı... Kaybolmuş şapkası, gözleri nemli, denizler ağlarmış o günden beri... ooo lelli..."

Şarkıyı bitirdikten sonra bir süre öylece orada oturmaya devam etti. Yiğit'e güvenip onunla yola çıkmak hataydı. Yiğit, 6 yaşındaki Yiğit değildi. Beraber oyunlar oynadığı, onun için böğürtlen toplayan nazik çocuk değildi artık. O Yiğit'i elbette unutmuştu ama yıllar sonra karşısına çıktığında, tüm yaptıklarına, tavırlarına rağmen onun, o Yiğit olduğunu biliyordu. İçinde buna güvenen, inanan bir nokta olduğunu, bugün o noktayı kaybedince anlamıştı. O Yiğit yoktu. Bu bambaşka bir Yiğit'ti. Hatta Yiğit bile değildi. Emre'ydi...

Ve Melek, ne pahasına olursa olsun bunu onun yanına bırakmayacaktı. Bundan sonra onunla, onun uydurduğu oyunu kendi kurallarıyla oynayacaktı. Tamamen adil ve meşru bir şekilde hem de.

Bu gece onu ikinci bir krizden koruyan şey Yiğit'e duyduğu kin olacaktı.

Oturduğu yerden kalkıp önce çaydanlığı ocağın üstünden kaldırdı ve kuru bir bezi çekmeceden çıkarıp ocağı kuruttu. Mutfağı toparlayıp yere akan suyu da temizledi. İlk anda korku yüzünden duymadığı acı hissini bu kez de öfke engelliyordu.

Sabaha kadar ne korkudan, ne öfkeden ne de şu an duymadığı ama var olduğunu bildiği acıdan uyuyamayacağını biliyordu. Bu yüzden hiç denemedi bile.

BÖĞÜRTLEN MUCİZESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin