Selamlar şu aralar sınavlara hazırlandığım için çok aktif olamıyorum. Siz yorumlarda bana baskı yaparsanız görüp hatırlarım canlar. Kusura bakmayın gecikme için
Keyifli okumalar. Bu bölüme çok yükseleceğinize eminim. Yorumlarınızla bunu bana da gösterin lütfen.
🍇
Emirhan, Yiğit'ten hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden akşam boyu Melek'i, Yiğit'ten uzak tutmaya çalışmış, Melek'e yapışıp kalmıştı. İşin komik tarafı Yiğit de Emirhan'dan hiç hoşlanmamıştı. Tamamen aynı sebeplerden ötürü... Emirhan sonunda başı, Melek'in dizinde uyuyakalınca Yiğit onu kendi odasına, hatta kendi yatağına taşımıştı.
Küçük çocuğun üstünü örterken saçlarını okşayıp öptü. Onun yaşlarındayken babasının, geceleri onun saçını okşayıp öpmesini bekler o ana kadar uyuyormuş gibi yapardı. Ondan sonra da gerçekten uyurdu. Küçük çocuğun tekrar saçlarını okşarken kulağına sessizce fısıldadı. "Odamı ve yatağımı paylaşırım Cep Herkül'ü ama karımı... Nıç... Kusura bakma. Yaşıtın olan bir kızı bul."
Salona geri döndüğünde bakışları Melek'i bulmuştu. O ise tüm gün olduğu gibi onu umursamıyordu. Bazen halasına çaktırmamak için yapmacık bir şekilde gülüyor, iki çift laf ediyordu ama Melek aralarındaki görünmez duvarı daha görünür kılmaya başlamıştı. İşte şimdi bu evlilik, en başta istediği gibi bir evlilik oluyordu. Her şey harika olmalıydı ama değildi. Çünkü şu an, ne istediğinden o kadar emin değildi. Ve bunu kendine itiraf edemediği için agresif ve mutsuzdu. Melek'e sataşma, onu kızdırma isteği ise yalnızca iletişim kurma çabasından ibaretti. Ve her ikisi de henüz bunun farkında değillerdi.
Gülay'ın sesiyle bakışlarını Melek'in üstünden çekti. "Yarın sabah erkenden Samet Enişten beni almaya gelecek. Siz okula gitmeden önce biz gitmiş oluruz. Haberiniz olsun da sabah biz ses mes edersek korkmayın. Yatmaya devam edin."
"Olur mu Gülay Halacım? Ne demek o? Sakın sessiz sedasız gitme." dedi Melek kesin bir tavırla. Ne kadar ayıp olurdu öyle olursa? Ev sahipleri yatıyor, misafir sessizce gidiyor! Olacak şey değildi. Belki Ankara'da normaldi ama Bingöl'de ayıplanacak bir şeydi. Çünkü memleketinde 'misafir' kutsal değerlerden sayılırdı. Öyle olmasa Yiğit köye geldiğinde kimsenin yüzüne bakmaz, kafasını telefondan kaldırmazken Yavuz ve Bulut onunla ilgilenmeye devam etmezlerdi.
"Aman kızım ne olacak? Yabancı mıyım ben? Ayrıca yarın okulunuz var, güzelce uykunuzu alın. Ben de gidip uyuyayım artık. Şafak doğmadan uyanmam lazım." diyerek ayaklanınca Melek de ayaklandı ve televizyonu kapattı. Yiğit'in o saniyelerde idrak ettiği şeyi Melek henüz idrak edememişti. "İyi geceler Gülay Hala." dedi gülümseyerek. Yiğit de "İyi geceler Hala." dediğinde dudaklarını birbirine bastırmış çaktırmamaya çalışıyordu.
Gülay odasına çekilene dek Melek gülümseyip arkasından baktı. Kapısı kapandığı an dudakları düz bir çizgi halini alırken yönünü Yiğit'e döndü ve imalı gülüşü gözüne takılan ilk detay oldu.
Gözlerini kıstı ve anlamaya çalıştı. Elbette, anlaması uzun sürmedi.
Panikle koltuğu göstererek "Burada yatıyorsun." diye fısıldadı. Yiğit güldü. "Halama ne diyeceğim peki?"
Melek omuz silkti. Bu onun sorunu değildi. "Beni yalnız başıma gecenin bir yarısı evde gördüğünde ben açıklayacak bir şeyler bulmuştum. Sen de bulursun." diyerek arkasını döndüğünde Yiğit hızlandı ve önüne geçip onu durdurdu. "Dur bir dakika. Zaten halam görmemesi gereken bir şeyi görmüşken beni de burada görürse bence gidip bizi ispiyonlar."
Yiğit'in savunmasının yanında Sokrates'in savunması halt etmişti.
"İyi gel. Yerde uyursun." dedi Melek umursamaz bir sesle ve Yiğit'in yanından geçip odaya girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÖĞÜRTLEN MUCİZESİ
General Fiction(Eski Adı: Beşik Kertmesi) İnsanın kaderi ne zaman yazılmaya başlar? İnsanın kaderi kaç kez yazılır? İnsan kaderini değiştirebilir mi? Melek ve Yiğit'in kaderi onlar doğmadan çok önce yazılmaya başlamıştı. Bir böğürtlenin bir insana verebileceği en...